28 Ekim 2010 Perşembe

SÜTLER VE YOĞURTLAR NEDEN BOZULMUYOR?

Sütler ve yoğurtlar neden bozulmuyor, bunlar dayanıklı beyaz eşya mı?
Herkesin çok iyi bildiği, ancak hiç kimsenin açıklayamadığı bir durumla uzun süreden beri karşı karşıyayız: Marketlerden alınan sütler ve yoğurtlar açıldıktan sonra bir türlü bozulmuyor.  UHT teknolojisiyle "steril" edildiği söylenen, ambalajlı kutu sütler, kapağını açsanız bile bir ay kadar bozulmadan kalabiliyor. Aynı şey sanayi tipi üretilen yoğurtlar için de geçerli, kapağını açın, üzerinden kaşıklaya kaşıklaya yiyin (ağzınıza sokup çıkarttığınızda, her seferinde milyonlarca bakteri ekmektesiniz), bu yoğurtlara hiçbir şey olmuyor. Oysa "günlük" etiketiyle satılan sütlerde durum böyle değil, üç gün içerisinde tüketmek durumundasınız, yoksa kesiliyor. Lakin ne hikmetse, UHT teknolojisiyle üretilmiş sütlere ve yoğurtlara bir şey olmuyor, sanırsınız dayanıklı beyaz eşya!
Süt ve yoğurt konusundaki bu durumun aşağı yukarı herkes farkında. Ancak benim gibi evinde yemek pişmeyen, açlık gecelerinde "bakalım buzdolabında yenecek bir şey kalmış mı?" diye bakanlar daha çok bilincinde. Çöp tenekesi niyetine kullanıp, "nasıl olsa bozulmuştur" diye içine yarım yoğurt kutularını tıkıştırdığım lavabo, yoğurt bozul(amama)sının incelenmesi için de iyi bir kaynak oluşturuyor. Bu gözlemlere dayanarak söyleyebiliyorum ki piyasa işi yoğurtların bozulma biçimi hayli farklı. Bunlar ekşimiyor, açıp üstünden yeseniz bile yaklaşık bir ayda "küflenerek" bozuluyor, bilinen küflerden değişik, siyah ve bazen kırmızı renkli küfe."sümüksü" bir çözelti eşlik ediyor. Bu tabakayı kaşıkla sıyırıp atın (yaptım), altından çıkan yoğurt yine ilk günkü tadında!
UHT teknolojisi nasıl bir mucizedir ki süt bir daha asla bozulmaz?
O zaman ister istemez yöntemi geliştirmek durumunda kalıyorsunuz, deney aşamasına geçiyorsunuz. Anneannemiz yoğurdu piyasadan aldığı sütten "probiyotik" yoğurdu kaynak (starter, başlatıcı) kullanarak kendi mayalıyor. Geçen haftalarda rica ettim, bir kısmını (benim ve sizin için!) bekletti. Sonuç yine aynı, yoğurt üstten siyah ve kırmızı küflendi, bu tabakayı attım, altından çıkan yine normal yoğurt.
Sütlerin dayanıklılığının artırılmasında kullanılan başlıca iki yöntem var: Pastörizasyon ve UHT ("ultra high temperature", çok yüksek sıcaklık anlamında). Günlük olarak satılan sütler Pastörizasyon işleminden geçiyor, kutu sütler ise UHT ile işleniyor. Ancak ne yaparsanız yapın (ne kadar steril ederseniz edin), süt kutusu açıldıktan sonra dışarıdan kontaminasyon olur (bulaşma) ve bozulması gerekir. Dolayısıyla "bozulmama" raftaki satılmayı bekleyen süt ve yoğurtun değil, açılmış olanların sorunudur. Ben yukarıdaki gözlem ve deneylerin ışığında "bozulmama sorununun" cevabı olarak ancak şu şıkları üretebiliyorum.
a) Süte antibiyotik gibi bir koruyucu katılıyor, üreme engelleniyor.
b) Ambalajda ( plastik kutu) bir şey var, içine karışıp bozulmayı engelliyor.
c) Yeni model buzdolapları çok iyi soğutuyor (ama günlük sütlerin bozulduğu dikkate alındığında, bu şık ekarte oluyor).
d) Yoğurtların fermantasyonunda kullanılan Streptococcus thermophilus ve Lactobacillus delbrueckii subsp. bulgaricus' un genetiğiyle oynanmış, bozulmayı önleyici başka maddeler de üretiyorlar.
e) Diğer (bilinmeyen, varsa)
Süt endüstrisi, ambalaj sanayi, Tarım, Sağlık Bakanlıkları'na son derece açık sorular!
Dün DÜNYA Gazetesi'nin 30. kuruluş yıldönümüydü. Kurucumuz Nezih Demirkent Ağabeyim nur içinde yatsın ve müsterih olsun, çünkü biz "bu ülke nasıl daha sağlıklı olur" arayışımızı canla başla ve çizgimizi değiştirmeden sürdürüyoruz. Sağlığın üç temel bileşeni var; birincisi sağlıklı beslenme (saf ve eksiksiz) ile korunması, ikincisi sanitasyon (temiz su kaynakları vb.) gibi yaklaşımlarla bozulmasının önlenmesi, üçüncüsü ise bu önlemlerin alınmasına karşın ortaya çıkan hastalıkların iyileştirilmesi (tedavi). Doğru beslenen ve iyi ortamda yaşayan bireyin hastalanması olasılığı elbette daha düşüktür. O halde benim Tetrapak ambalajlı kutu sütlerin ve piyasa işi yoğurtların neden bozulmadığını anlamam büyük önem taşıyor.
UHT sütler ve yoğurtlar neden bozulmuyor, doğru şık hangisi? Süt (yoğurt), ambalaj endüstrisinden ve elbette düzenleyici otoriteler olan Tarım ve Köyişleri Bakanı ve Sevgili Sağlık Bakanı'mdan "tatminkar" (detaylı ve bilimsel) açıklamalar bekliyoruz. Homojenizasyon ve UHT nedir? Ülker İçim Gıda Grup Başkanı Mehmet Tütüncü'nun Mutlu Tönbekeci'ye (Vatan, 11 Ocak 2010) gönderdiği cevap bize yetmez, çünkü durumu açıklamıyor. "Çok iyi steril ediyoruz" ya da "bütün dünyada böyle" gibi yanıtlar da geçerli olmayacaktır!
YAVUZ DİZDAR

27 Ekim 2010 Çarşamba

MARKETLERDE SATILAN GIDALARA DİKKAT!!!

Tavukta da bakteri çıktı
Sektörde önemli paya sahip şirketlerin ürettiği tavuklarda ‘salmonella’ ve ‘listeria’ bakterilerinin olduğu iddiası, tüketicileri korkuttu.
Sanayiciler dünyada üretilen tüm tavuklarda salmonella bakterisinin bulunduğunu iddia ediyor. Habertürk  gazetesindede yer alan haberde, market raflarından alınan Banvit, Er Piliç, Bey Piliç ve CP Piliç’in ürünlerinde salmonella ve listeria bakterilerine rastlandığı dile getirildi.
Uzmanlar marketlerde satılan tavuk ve yumurtaların tüketilmemesi tavsiyesinde bulundu.Endüstriyel gıda üretiminin daha önce Kuş gribi, Deli dana gibi hastalıklara yol açtığı bilinmektedir. Yakın zamanda et ve et ürünlerinde de ( hamburger, sosis, salam vs )  aynı virüslere rastlanmıştı.

Unutulmaması gereken bir diğer konu bahsi geçen hayvanlar ( tavuk, büyük ve küçük baş hayvanlar ve balık ) GDO'lu yemlerle beslenmektedir. Elde edilen ürünlerinde nasıl ürünler olduğunu tahmin edebilirsiniz.
VİDEO GIDA AŞ TAVUK ÜRETİMİ
http://www.facebook.com/?ref=home#!/video/video.php?v=137752256273384

26 Ekim 2010 Salı

TOHUM TAKASI ŞENLİĞİ

Tohum Takasına Davetlisiniz

Torbalı Karaot Köyü Tohum Derneği,
yerli tohumların korunması ve yaygınlaştırılması için takas şenlikleri organize ediyor.

Dernek, 30 Ekim Cumartesi günü Zeytinburnu Organik Halk Pazarı'nda
bir stand açarak, pazar açılışına gelen çiftçi ve tüketicilerle tohum takası gerçekleştirilecek. Elinde yerli tohum olan herkes
Karaot Köyü Tohum Derneği masasına davetli.

Not: Tohum takas etmek isteyenlerin, tohumun adı, yöresi, kaynağı,
yetiştirilme mevsimi, verim durumu, sulu ya da susuz yetiştirilmesi
hakkındaki bilgileri not ederek gelmesi gerekiyor.

YEDİĞİNİZ ETLERE DİKKAT!!!

Salmonella ve Listeria bakterisi çok zararlı
Bir büyük hamburger zinciri ile bir büyük et işleme tesisi sağlığa zararlı gıda maddesi üreten ve satan firmalar listesine girmeseydi, Türk halkı salmonella ve listeria bakterisi içeren et ve et ürünlerini yediğini öğrenemeyecekti. Tarım Bakanlığı denetçileri 21.172 firmayı denetlemiş. 1.171’inin sağlığa zararlı ürün ürettiği belirlenmiş. Kullandığı ve ürettiği etlerde bakteri bulunduğu için isimleri her gün gündeme gelenler, bu 1.171 firmanın sadece 2’sidir. Kalanlar sağlığa zararlı ne üretiyor, ne satıyor? Sağlığa zararlı gıda maddesi ürettikleri, sattıkları belirlendi de ne oldu? Biz bu sağlığa zararlı gıda maddelerini yemeye devam ediyor muyuz? Bilemiyoruz.
Sağlığa zararlı olduğu söylenen salmonella ve listeria bakterileri nasıl bakterilerdir? Sordum, soruşturdum, bu bakterilerin ne olduğunu öğrenmeye çalıştım.
Salmonella insan ve hayvanların sindirim sistemi florasında bulunabilen bir bakteri. Pişmemiş olan çiğ etlerde, tavuklarda ve yumurtada bulunma olasılığı mevcut. Pişirilmeden yenen bazı gıdaların, mesela meyve ve sebzelerin çiğ et ile teması sonrasında çapraz bulaştırma sebebiyle de insanlara bulaşma olasılığı var. Gıdalarda yüksek oranda bulunduğunda hastalık yapabilir, zehirlenmeye yol açabilir. 8-72 saat içerisinde karın ağrısı,
ishal ve ateş belirtileriyle kendisini gösterir. İlave olarak mide bulantısı, kusma ve baş ağrısı ortaya çıkabilir, 4-7 gün sürebilir. 
72 derecede ölüyor

Bu bakteri pişirme ile ölmektedir. Kanatlı et ve yumurta ürünleri iyi pişirilerek yenildiğinde hastalıkla ilgili herhangi bir risk kalmaz. Pişirme sıcaklığı en az 72 derece olmalıdır, bu da normal pişirme ısısıdır. Bu ısıda etin pembeliği yok olur.
Listeria bakterisi ise toprakta, suda, kanalizasyonda, hayvan gübresinde bulunan bir bakteri türü. Hayvan gübresinin bulaşması ile çiğ ete geçer. Veya sinekler bakteriyi çiğ etin üzerine bırakır.
Listeria
bağışıklık sistemi zayıf olanlarda, yaşlılarda, hamilelerde, çocuklarda ateşli hastalığa yol açar. Beyni etkiler.
Genelde kesim yapılan et sağlıklı olsa da, kesimhane ve et işleme tesisi sağlık şartlarına uysa da,
ulaşım zincirindeki hata nedeniyle etlerde salmonella ve listeria bakterileri üreyebilir ve sağlığa zararlı ölçüye ulaşabilir. Günümüzde  etlerin dondurularak saklanması salmonella ve listeria tehlikesini artırmaktadır.
1) Etin şoklanarak, hızlı ve derin biçimde dondurulması gerekir. Buzdolabında dondurularak etin uzun süre sağlıklı olarak muhafazası imkânsızdır.
2) İyi dondurulan etin, kullanıma kadar aynı soğuklukta muhafazası gerekir. Derece yükseltilir veya et  çözüldükten sonra tekrar dondurulursa bakteri üremeye başlar.

Sorun donmuş etlerde
Anlaşıldığı kadarıyla hamburger zinciri ile et işleme tesisinde ortaya çıkan sorunların ardında, dondurulmuş etin tüketiciye sunuluncaya kadar iyi korunamaması, ısının değişmesi nedeniyle bakteri üretmesi vardır.
“Ha bu da bize ders olsun!” derler ya... İşte o biçim.
- Tüketici olarak satın aldığımız çiğ etin daha önce dondurulup dondurulmadığını, bakteri içerip içermediğini bilemiyoruz. O nedenle evde en az 72 derecede pişirmeye dikkat edelim.
- Buzdolaplarında et saklarken çiğ meyve ve sebzelerle temas etmemesine özen gösterelim. Buzdolabının buzluğu -18 derece dondurmuyor ise, buzlukta et saklamayalım.
Türkiye’de hamburger zincirlerinden sonra şimdi de köfte ve döner zincirleri gelişiyor. Bunların etleri bir merkezden dondurulmuş olarak değişik şehirlerdeki işyerlerine dağıtılıyor. Bu tür ürünlerde de bakteri olabilir. Dikkatli olalım.
- Pişmemiş et ürünlerinden, salam
, sosis, sucuk gibi ürünlerde bakteri tehlikesi daha büyük. Markalı olmayanları, üreticisi bilinmeyenleri tüketeceklerin bunları da 72 derece ateşe tutmalarında yarar vardır.

GÜNGÖR URAS    22/10/2010

ZEYTİBURNU ORGANİK HALK PAZARI AÇILIYOR

30 EKİM 2010 CUMARTESİ
Doğayla dost, kaliteli, güvenilir ve sağlıklı gıda 30 Ekim'den den itibaren her Cumartesi Merkez Efendi Camii yanında...
 Zeytinburnu Organik Halk Pazarı’na nasıl gelebilirsiniz?

Belediye otobüsüyle: Topkapı'dan geçen bütün otobüslere binebilir, Topkapı durağında inebilirsiniz. Pazar, durağa 100 m. mesafededir.

Tramvayla: Kabataş - Zeytinburnu tramvayına binebilir, Topkapı durağında inebilirsiniz. Pazar, durağa 150 m. mesafededir.

Metroyla: Zeytinburnu istasyonunda tramvaya aktarma yapabilir, Topkapı durağında inebilirsiniz. Pazar, durağa 150 m. mesafededir.

Metrobüsle: Avcılar - Söğütlüçeşme metrobüsüne binebilir, Topkapı durağında inebilirsiniz. Pazar, durağa 200 m. mesafededir.

Minibüsle: Topkapı'dan geçen minibüslere binebilir, Topkapı durağında inebilirsiniz. Pazar, durağa 100 m. mesafededir.

Trenle: Zeytinburnu istasyonunda inip Topkapı'dan geçen minibüslere binebilir, Topkapı durağında inebilirsiniz. Pazar, durağa 100 m. mesafededir.

Taksiyle: “Topkapı, Merkezefendi Camii” dediğinizde şoför sizi Pazar’a getirmiş olacaktır.

Özel araçla:
a) Asya yakasından: Boğaziçi köprüsünden sonra Topkapı tabelalarını takip ederek, Fatih Sultan Mehmet köprüsünden sonra Okmeydanı ve Topkapı tabelalarını takip ederek Topkapı’ya geldiğinizde Zeytinburnu ve Merkezefendi Camii tabelalarını görebilirsiniz. Otopark ücretsizdir.

b) Avrupa yakasından: E-5 yoluyla Topkapı’ya geldiğinizde sağa sahil yoluna, altgeçitten sonra sağa, sonra tekrar ilk sağa dönüp Merkezefendi Camii yanına çıkabilirsiniz.
Sahil yolundan gelirseniz, Belgratkapı karşısından Zeytinburnu içine girerek Merkezefendi Camii tabelalarını takip edebilirsiniz. Veya daha ilerde Vatan Caddesine ayrılan yoldan u dönüş yaparak tekrar sahil yolu yönüne çıktıktan sonra altgeçitten sonra sağa, sonra tekrar ilk sağa dönüp Merkezefendi Camii yanına çıkabilirsiniz. Otopark ücretsizdir.

Denizden: Deniz otobüsü ile Yenikapı veya Bakırköy'e gelebilir, taksiye binebilirsiniz.
Şehir hatları vapuru ile Avrupa yakasına (Eminönü, Kabataş, Beşiktaş) geçebilir, tramvaya binebilirsiniz.

Otogardan: Esenler otogarından metroya binebilir, Zeytinburnu istasyonunda tramvaya aktarma yapabilir, Topkapı durağında inebilirsiniz.

Havaalanından: Atatürk havalimanından metroya binebilir, Zeytinburnu istasyonunda tramvaya aktarma yapabilir, Topkapı durağında inebilirsiniz.


Bekliyoruz.

EKOLOJİK ÜRETİCİLER DERNEĞİ
http://ekolojikureticiler.org/


25 Ekim 2010 Pazartesi

GDO'LU MISIRLARA DİKKAT!!!

Yeşiller Partisi Tarım Çalışma Grubu’ndan Hakan Ozan Erzincanlı,
cin mısır denen ve patlamış mısır yapmak amaçlı satılan mısırların
genetiği değiştirilmiş olduğu konusunda halkı uyardı.
GDO’lu gıdaların biz fark etmeden hayatımıza girmeye
başladığı gerçeğine dikkat geçen
Hakan Ozan Erzincanlı şunları söyledi:
“Süpermarketlerde bulunan patlatmalık tüm mısır paketlerinin
üzerinde menşei Arjantin yazıyor.
Biliyoruz ki Arjantin’in bitkisel üretiminin %75′i genetiği
değiştirilmiş tohumlarla gerçekleşmekte ve mısır ekim alanlarının
% 84’ünde genetiği değiştirilmiş tohumla üretim yapılmaktadır.
Arjantin’ in GDO’suz olarak ürettiği % 16’ lık kısmı
Türkiye’ ye gönderdiğini ummak saflık olur.
Tübitak’ta mısırların GDO’lu olduğuna dair analizlerin de
yapılmış olduğuna dair iddialar var. Bu analizlere göre mısırların
aynı büyüklük ve kalitede olabilmesi için genetiği ile oynanıyormuş.
Ağustos ayında yayınlanan Resmi Gazete’ye göre
26 Eylül’den itibaren GDO’lu ürünleri etiketinden görmek ve
istemiyorsak tüketmemek hakkımız var.
Ancak şu anda marketlerde bulunan
mısırlar bu geçiş sürecinde GDO’ lu olabiliyor.”
*Özellikle çocukların severek yediği patlamış mısırların yatay gen
transferi, GDO kökenli yiyecek alerjileri, GDO geliştirmede kullanılan
işaret genleri ve antibiyotiklere direncin artması, GDO’ lardan elde edilen
gıdalardaki toksin birikimi, GDO’ larda ve tüketicilerdeki metabolizma
değişikleri gibi insan sağlığına olumsuz etkileri olmasının muhtemel olduğu
bildiriliyor.*
(Yeşil Gazete)

AFRİKA'NIN YEŞİL DEVRİMİ

Afrikanın Yeşil Devrimi
Mariam Mayet
"Afrika'da bir Yeşil Devrimi Yaratma" yönünde kurumsal oyuncular ve belirli hayırsever kuruluşlar tarafından yürütülen çabalar sözde serbest ticaret prensipleri adı altında ihracat yönelik, olup çok sayıda kimyasal içeren ve büyük çaplı tek tür tarıma dayalı bir ziraat modelini sağlamlaştırma amacı taşımaktadır. Bu amaç için biyo-teknoloji şirketlerinin yapmış olduğu katılım ise yeni endişe nedenleri yaratmaktadır.
1990'lardan beri simsarlığı yapılan "Afrika'daki Yeni Yeşil Devrimi"  Rockefeller ve Bill ve Melinda Gates Foundations iki buçuk yıl önce Afrika Yeşil Devrim İttifakını (AGRA) hayata geçirdiklerinde yenilenmiş bir ivme kazandı. AGRA'nın kendisi projelerinde genetik olarak değiştirilmiş (GM) tahıllar kullanmamasına rağmen, GM şirketleri ve GM teknolojilerinin çoğu yerde mevcut olması Yeşil Devriminin kötü bir rüya olarak ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Afrika tarımının endüstriyelleştirmek ve tarım ticareti devlerine yeni piyasalar yaratmak amacıyla milyonlarca dolar dikkatlice seçilmiş oyuncuların kasalarına aktarıldı. Bu AGRA oyuncuları Dışişleri İçin Vatandaşlar Ağı (CNFA) ve Uluslararası Gübre Geliştirme Merkezini (IFDC) gibi ABD gruplarını içermektedir. Bu gruplardan her ikisi de Syngenta Crop Protection, Dow AgroSciences, Bayer CropScience, Du Pont Crop Protection ve Monsanto'nun Afrika ülkelerinde mevcut AGRA projeleri nezdindeki menfaatlerini bir araya getirmek konusunda hayli başarılı olmuşlardır.
Tüm bunlarla beraber, "Yeşil Devrimi" kasalarına akıtılan büyük paraları  Gates Foundation'ın Afrika'daki biyo-güvenlik projelerine akıttığı büyük paralarla ilişkilendirmek de son derece önem taşımaktadır. Gates Foundation'ın biyo-güvenlik yolunda yapmış olduğu yardımların lehtarları ya biyo-teknoloji endüstrisiyle doğrudan bağlantılıdırlar ya da bu endüstri kendilerine fon sağlamaktadır. Bu projeler stratejik olarak ticari üretimi yapılan GM tahıllarının teşvik edilmesinden kaçınmakta fakat bunun yerine GM'nin besi olarak zenginleştirilmiş, kuraklığa karşı dayanıklı fakat boş vaatler sunan "biyo-kuvvetli" ve "iklim dostu" dostu tahılları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Tüm bunların amacı bir yandan isteksiz Afrikalıların akıllarına girerek güvenlerini kazanmak diğer yandan ise gen devlerinin Afrika'da daha sağlam ve daha saygın bir konuma kavuşmasının önünü açmaktır.
Gates Foundation'dan Afrika'ya akmakta olan hayırsever paralar Afrika tarımında birbirine bağlı iki devrim yaratmak için kullanılmaktadır: bir tanesi klasik Asya ve Latin Amerika Devrimine dayalı olup diğeri GM teknolojisine dayalıdır. Netice itibariyle her iki senaryodan menfaat elde edenler aynı olup yine aynı amacı taşımaktadırlar: tarım ihracatı ve serbest ticarete dayalı dominant bir tarım modeli kurmak ve kimyasal ağırlıklı, büyük çaplı tek tür tarım ile beraber ve GM organizmalarını kullanmak(GMO'lar).
Afrika'daki Yeşil Devrimin Ortaya Çıkarmış Olduğu Zorunluluklar
Afrika Yeşil Devrimi, yüksek getirili çeşitler (HYV'ler), genetik mühendislik uygulanmış tohumlar ve büyük çaplı kimyasal kullanımından oluşan bir "karışımın" yeniden canlandıracağı kırsal fakirliği belirtmektedir. Afrika Yeşil Devrimi netice itibariyle tarımı dinamik bir sektöre dönüştürmek yönündeki arzuya dayanmakta olup, bu sektör de ihracata yönelik üretilen tahıllarla beraber hem çiftçilerin hem de küçük üreticilerin küresel ekonomiyle bütünleşmeleri üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Bu ideoloji Afrika Birliğinin onayını almış olup söz konusu ideolojinin propagandası Yeni Afrika Kalkınma Ortaklığı (NEPAD) tarafından Kapsamlı Afrika Tarım Kalkınma Programı (CAADP) ve Afrika Tarım Verimliliği Çatısı (FAAP) üzerinden yapılmaktadır. Afrika'daki devlet başkanlarından birçoğu da kıtada süregelen fakirlik ve açlığın üstesinden gelinmesi yönünde tarım verimliliğinin arttırılması için bir ön koşul olarak görülen Yeşil Devrimini desteklemektedir.
AGRA milyonlarıyla birlikte Yeşil Devrim ideolojisini desteklemekte olup Yeşil Devrim türü teknolojilerin kullanılması suretiyle çiftlik verimliliğinin önemli ölçüde arttırılması ve neticesinde fakirlik ve açlıktan kurtarılmaları için milyonlarca küçük ölçekli çiftçiye yardım edilmesi konusunda oldukça ısrarcıdır.
AGRA'nın başkanı  eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'dır. AGRA yönetim kurulu üyeleri ise ağırlıklı olarak Rockefeller Foundation, Gates Foundation, Uluslararası Gıda Politikası Araştırma Enstitüsü (IFPRI), Uluslararası Tarım Araştırmaları Müşavirlik Grubuna yakın kişiler (CGIAR) ve Güney Afrika'daki kurumsal sektörden oluşmaktadır. Afrika Tarım Araştırmaları Formu (FARA) Yönetici Sekreteri Monty Jones ise AGRA yönetim kurulu üyelerinden bir tanesidir. Dr. Jones, Afrika'daki Yeşil Devrim hareketi için temel bir tahıl olan NERICA'nın, yani "Yeni Afrika Pirincinin" araştırılması ve geliştirilmesi konusunda üstlendiği anahtar rol sayesinde 2004 Dünya Gıda Ödülün kazanan ilk Afrikalı olmuştur. Dr. Jones araştırmalarını Batı Afrika Pirinç Geliştirme Kurumu (WARDA) (şu anki Afrika Pirinç Merkezi) nezdinde bulunan Yüksek Arazi Pirinç Üretim Programı'nda görevliyken gerçekleştirmiştir. 2007 yılında Jones Time dergisinin en etkili kişilerinden biri olarak oylanmıştır. Etkili diğer bir yönetim kurulu üyesi ise siyahî bir risk sermayesi iktisadi güçlendirme şirketi olan Circle Ventures'ın şu anda Yönetici Kurul Başkanı konumundaki Mamphela Ramphele olup kendisi 2000-2006 yılları arasında Dünya Bankasının yönetici müdürlüğünü yapmıştır. AGRA'nın nitelikteki personelinden bir diğeri ise AGRA Afrika Tohum Sistemleri Programının (PASS) Yöneticisi konumundaki Joseph De Vries'dır. De Vries, Rockefeller Foundation'ın kıdemli bir üyesidir.
AGRA'nın sahip olduğu kayda değer mali ve siyasi nüfuz gerek yüksek vergi ve tarifeler konusunda çözüm üretilmesi için küresel politikaların reform edilmesi gerekse AGRA hedeflerinin desteklenmesi konusunda uluslararası topluluğa baskı yapılması yönünde bu kuruma uluslararası düzeyde taraftar ve lobi desteği sağlamaktadır. Bu, fakir çiftçilere yeni Yeşil Devrim ve gen teknolojilerinden yararlanabilmeleri için "akıllı sübvansiyonlar" ile beraber tarım kimyasalları ve inorganik gübreler gibi harici girdiler sağlanmasını içermektedir. Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu (IFAD) ise söz konusu "akıllı sübvansiyonların" çiftçilere gübre erişim olanakları sağlama yönünde oynayabileceği rolü hâlihazırda kuvvetlice desteklemektedir. Aynı zamanda AGRA, Yeşil Devrim piyasasını açlıktan ölen Afrikalılara verilen gıda desteği ile ilişkilendirmek için Roma'da bulunan üç Birleşmiş Milletler Enstitüsüyle stratejik işbirliği içine girmiştir, yani Gıda ve Tarım Kurumu (FAO), IFAD ve Dünya Gıda Programı (WFP). 

Gen Devlerinin, Genetik Yapısı Değiştirilmiş  Organizmaların (GMO) Afrika'ya Girişlerinin Kolaylaştırılması
2008 yılında AGRA'nın web sitesi "Sıkça Sorulan Sorulara" bir cevap vererek şunları belirtti: "genetik olarak mühendislik uygulamış tahıllar İttifak stratejisinin bir parçası değildir... İttifak aynı zamanda biyo-teknolojinin açlık ve fakirliğin azaltılması yönünde sahip olduğu potansiyeli göz önünde bulundurmakta sakınca görmemektedir. Fakat şu an için Afrika bitki yetiştiricileri nezdindeki kapasite kısıtlı olup mevcut en iyi çözüm konvansiyonel biçimde geliştirilmiş tahıl çeşitleri için kullanılmasıdır". Diğer yandan yapmış olduğu "Bitki Yetiştirme ve Genetik Mühendislik Hakkındaki Beyan" ise şunları belirtmektedir: "AGRA şu an için genetik mühendislik kullanılması marifetiyle yeni çeşitlerin geliştirilmesine fon desteği vermemektedir".
Afrika'da genetik yapısı değiştirilmiş  pamuğun harmanlanması. "Yeni Afrika Yeşil Devrimi" konusunda yapılan ısrarlar hakkındaki endişeler GM şirketleri ve GM teknolojilerinin her yerde bulunmasından kaynaklanmaktadır.
 
AGRA'nın şu anki belirgin kararsızlığı incelenmesi bu kuruluş tarafından GM teknolojisi kullanılmaması yönünde alınan stratejik bir kararı ortaya çıkarmaktadır. Bunun muhtemel nedeni ise GM tahıllarının ekilmesi ve yetiştirilmesi için gerekli tam fonksiyonel biyo-güvenlik sistemlerinin Afrika'da çok az sayıda ülkede mevcut olmasıdır. Dahası, Mali ve Kenya gibi birkaç ülke kendi sivil toplum gruplarının yoğun muhalefeti neticesinde tartışmalı biyo-güvenlik yasasının yürürlüğe konulmasını ertelemişlerdir. Benzer şekilde birçok Afrika ülkesinde genetik mühendislik uygulanmış tohumlarının yayılması için gerekli olan telif hakkı rejimlerini korumaya yönelik uygun yasal altyapı mevcut değildir.
Yine de 16 Ocak 2009 tarihinde AGRA Afrika'nın küçük ölçekli çiftçilerinin tarımını sürdürülebilir bir şekilde arttırmak amacıyla en iyi teknoloji, bilim ve politikaların tedarik edilmesi yönünde Kolombiya Üniversitesi nezdindeki Jeffrey Sachs Dünya Enstitüsüyle beş yıllık bir anlaşma imzaladı. Sachs gelişmekte olan ülkelerde GM tahıllarının kullanımının güçlü bir destekçisi olup teknolojinin daha tohum aşamasında sunulmasından dolayı da bunların gelişmekte olan ülkelerdeki çiftçilere iyi bir geçim kaynağı vaadi verebileceğine inanmaktadır.
AGRA'nın esas odak noktası tahıl yetiştirmek olup buna göre darı, manyok, süpürgedarısı ve mısır gibi çekirdek tahıllardan 100 yeni çeşit yeni tahıl üretmek yönünde 5 yıllık iddialı bir hedef ortaya konulmuştur; fakat tüm bunlarla birlikte asıl önem arz eden ve üzerinde araştırılması gereken konu AGRA'nın Tarım Bayii Geliştirme Programıdır. Özetlemek gerekirse bu program küçük çaplı çiftlik sahiplerine verilecek tohum, gübre, kimyasal ve bilgileri esas olarak ele alacak olan küçük tarım bayilerinin kurulması yönünde eğitim, sermaye ve kredi sağlamaktadır. Tüm bunlar da çiftlik verimliliği ve çiftçi gelirlerini arttırma mazeretinin arkasında gerçekleştirilmektedir. AGRA halk tabanlı özel bir tedarik sistemi oluşturmak için yoğun olarak çalıştığını iddia etmektedir zira bunun neticesinde herhangi bir çiftçi "salt beldesinde bulunan bir büfe veya dükkâna girmek suretiyle onaylanmış yüksek kaliteli tohumlara erişim sağlayabilecektir". Esas amaç ise kendileri için tahıl üretilmesi yönünde küçük çiftçilerle temasa geçebilecek tarım işlemecileri ve ihracatçıları içeren yeni bir kırsal özel sektörün önünü açacak şekilde "girdi maddelerinden piyasaya uzanan" tam kapsamlı bir tedarik zinciri oluşturmaktır.

AGRA, "Geliştirilmiş" tohumların, böcek ilaçlarının ve gübrelerin Afrika'daki fakir çiftçilere satılması amacını taşıyan tarım bayileri şemasının hayata geçirilmesinin ilk adımı olarak, gerekli altyapıyı oluşturmak için US NGO ve CNFA'ya 15$ Milyon tutarında ödemede bulunmuştur. CNFA, ABD kurumsal menfaatlerinin dünya çapında başarıyla teşvik etmesiyle tanınan John Costello tarafından yönetilmektedir. Bir örnek vermek gerekirse, Costello 2000 yılında Washington'un Küba'ya karşı uzun zamandır devam eden ambargolarının kaldırılması için Küba'ya gönderilen ve Archer Daniel Midland, Dow AgroSciences ve Monsanto görevlilerinden oluşan 15 üyelik bir komisyonunun başkanlığını yapmıştır.
Costello Kasım 2008 tarihinde tarım bayileri programı üzerinde yorum yaparken şunları  söyledi: "CNFA/AGRA ortaklığı, girdi ve teknolojileri binlerce kırsal çiftçiye dağıtabilecek ticari ve kurumsal tabanlı bir ağ kurmak suretiyle, kırsal gelirleri temel girdiler, teknoloji ve piyasalarla sağlanan geliştirilmiş bağlantılar yoluyla zaman içerisinde genişletecek kırsal bir ekonomik altyapıyı oluşturmaya başlayacaktır. Sözlerini doğrulamak üzere Ekim 2008 tarihinde Costello'nun CNFA'sı Croplife Foundation ile güçlerini bir araya getirdi ve Kenya ve Malawi'de bulunan 1.500 tarım bayisinden oluşan ve AGRA tarafından fon sağlanan bir tarım bayileri ağını kullanarak tarım kimyasallarının potansiyelini sergileyeceklerini belirtti. CNFA proje için Syngenta Crop Protection, Dow AgroSciences, Bayer CropScience, Du Pont Crop Protection ve Monsanto'dan mali ve teknik destek aldı.
AGRA'nın tarım bayi şemasında yer alan diğer bir stratejik oyuncu ise AGRA'nın çelik kasasından 6$ milyon alan IFDC'dir. IFDC de CNFA'nın liderlerliği altında Croplife International ile aynı takıma katıldı. Kendileri bir araya gelerek Mozambik'te bulunan küçük çiftçilere "alt düzey geçim seviyesinden ticari, kaliteli piyasalara ve mısır üretim piyasalarına geçmek için gübre ve diğer girdilerin nasıl kullanılacağını" göstermektedirler.
AGRA'nın tüm bu tarım bayi şemasının, GM üretenler de dahil olmak üzere, kimyasal tarım maddesi üreten büyük çaplı şirketlerin Afrika tarım sistemlerinde sağlam bir yere sahip olması için oluşturulmuş bir mekanizmadan başka bir şey olmadığı aşikardır.

Afrika'daki Gates Foundation ve Genetik Yapısı  Değiştirilmiş Organizmalar (GMO)
Gates Foundation, GM endüstrisinden birçok kişiyi istihdam etmektedir. Bir örnek vermek gerekirse AGRA'yı denetleyen Küresel Kalkınma Programının Üst Düzey Yöneticisi daha önce Monsato'da görev yapan Dr. Robert Horsch'tur. Horsch Monsato'da 25 yıl boyunca görev yapmış olup yine Monsato'ya ait YieldGard, BollGard ve RoundUp Ready GM teknolojilerini geliştiren bilimsel takımın üyesiydi. Gates Foundation'daki esas görevi Aşağı Sahra Afrika'sının dahil olduğu bölgelerde tahıl verimlerini iyileştirmeye yönelik ve genetik mühendislik içeren biyo-teknolojiyi uygulamaktır.
Gates Foundation Afrika kültür bitkilerinin geliştirilmesini içeren GM araştırma ve geliştirmeleriyle yoğun olarak uğraşmaktadır. 16.9$ milyon ödemiş olduğu Afrika Biyolojik Olarak Güçlendirilmiş Süpürgedarısı (ABS) Projesi ise en meşhur ve stratejik projesini teşkil etmektedir. ABS Kenyalı bir bilim adamı olan Florence Wamgubu tarafından yönetilmekte olup kendisi Monsanto tarafından fon sağlanan fakat başarısız olan tatlı GM patatesi projesiyle tanınmıştır. Wamgubu arttırılmış düzeylerde amino asit lizini içeren ve biyo-güçlendirilmiş yeni bir GM süpürgedarısı çeşidi üretmek amacıyla DuPont Crop Genetics Research, Pioneer HiBred International ve Güney Afrika Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Konseyi (CSIR) ile bir ekip kurmuştur. GMO yetkilileri biyo-çeşitlilik açısından oluşabilecek riskler nedeniyle deneyleri daha önce aldıkları bir kararla yasaklamış olmalarına rağmen, bu konsorsiyuma Güney Afrika'da bulunan üç seviyeli bir koruma tesisinde ürün deneylerine devam etme izni verilmiştir.
Diğer yandan Gates Foundation'nın, Doğu ve Güney Afrika Ortak Pazarının (COMESA) biyolojik olarak güçlendirilmiş gıda tahıllarının kabulü konusunda izlediği politika bağlamında bu bölgelerde mevcut yerel biyo-teknoloji politikalarının uyumlaştırılması için bir Harvard öğretim üyesi ve GM destekçisi olan Robert Paarlberg'ı işe almış olduğu bildirilmiştir. Fakat bu makalenin hazırlanması esnasında söz konusu belge inceleme ve yorum yapmak için mevcut değildi.
Foundation aynı  zamanda Monsanto tarafından desteklenen Danforth Center'a bu kurumun teknik biyo-güvenlik kapasitesi sağlayacağı bahanesiyle para aktarmakta olup esas amacı GM tahılları için makam onayı alınmasıdır.
GM lobisinin gerçekleştirilmiş  olduğu diğer başarılı bir iş ise Buffett ve Gates Foundations tarafından "Afrika İçin Su Etkin Mısır" (WEMA) isimli projeye yapılan 47$ milyonluk bağıştır. WEMA endüstriyel biçimde finanse edilen Afrika Tarım Teknolojisi Vakfı (AATF) tarafından koordine edilmektedir. AATF GM ve GM olmayan kuraklığa dayanıklı mısır geliştirmek istiyor olup Monsanto'nun WEMA'ya teknolojiyi ücretsiz olarak vereceği yönünde birçok yorum yapılmaktadır.

Bu paranın büyük ölçüde Monsanto'nun kuraklığa dayanıklı GM mısırını içerecek şekilde Afrika tarlaları boyunca denemeler için harcanacağı şüphesizdir. 2007 yılında Monsanto'nun kendi kuraklığa dayanıklı GM mısırını Güney Afrika'da hâlihazırda test etmeye başladığı ise dikkate değerdir.
Kuraklığa dayanıklı  ve biyolojik olarak güçlendirilmiş GM tahılları, bu tahılların kabul edilmesinin teşvik edilmesi, mevcut piyasaların genişletilmesi ve yeni piyasaların oluşturulması yönünde biyo-teknolojik mekanizmanın kendi kampanyasında kullandığı kuvvetli bir PR aracını teşkil etmektedir. WEMA ve Monsanto'nun "serbest GMO'larını" içerecek şekilde GM arazi denemelerinin Afrika'da yaygınlaşması Monsanto için kayda değer ölçüde kredibilite sağlama amacını taşımaktadır. Monsanto muhtemelen fakir Afrikalı çiftçilerin ihtiyaçlarına uyarlanmış GM tahıllarını desteklediğini iddia edecektir. Monsanto hâlihazırda kuraklığa dayanıklı teknolojinin sulanmış araziler üzerinde mahsul sigortası, mahsul zenginliği ve masraftan tasarruf sağlayacağını iddia etmektedir. 

Başka Kimler Menfaat Elde Ediyor?
Afrika'daki Yeşil Devrim hareketinin ana kurumsal lehtarlarından bir tanesi de şüphesiz gübre endüstrisi olacaktır. Afrika Birliği hâlihazırda kıtada gübre üretimi için gerekli hammaddelerin elde edilebilirliğinin en iyi hale getirilmesi yoluyla bölge içi gübre üretimi ve ticaretini destekleyemeye başlamıştır. Tüm bunlara ek olarak Birlik, inorganik ve organik gübrelerin etkin bir şekilde kullanılmasının kolaylaştırılması yönünde çiftçilerin kaliteli tohumlara, sulama imkânlarına, tesislere, tarımsal yayın hizmetlerine, piyasa bilgilerine ve toprak besi maddelerine daha rahat erişebilmelerinin sağlanması için özel nitelikli eylemlerde bulunmayı da taahhüt etmiştir. Bir Oslo Bildirgesi ve Eylem Muhtırası da kabul edilmiş olup bunlar Afrika Yeşil Devrimi için Küresel bir Fon kurulmasını önermektedirler. Bunlar Yeşil Devrim çabalarını sağlama almak için akıllı kamu-özel ortaklıklarının oluşturulmasını, modern teknolojilerin kullanımını ve uluslararası desteğin garanti edilmesini istemektedirler. Aslında bakmak gerekirse Oslo Bildirgesi özel-kamu ortaklıklarını ön plana çıkaran eylem noktalarıyla doludur.
1971 yılında kurulan CGIAR, "21 gelişmekte olan ülke, 26 sanayileşmiş ülke, 4 ortak sponsor ve 13 diğer uluslararası organizasyondan" oluşan 64 üyeli bir stratejik ortaklıktır. Bu üyelerden bir tanesi CGIAR'a 2002 yılında katılan ve Syngenta tarafından fonlandırılan Syngenta Sürdürülebilir Tarım Vakfıdır. CGIAR'ın 25 yıldır Afrika'da 150$ ila 200$ milyon tutarında yatırım yaparak genelde tahıl ve çiftlik hayvanları üzerinde yoğunlaşmış Yeşil Devrim türü projelerinin teşvik edilmesi yönünde gerçekleştirmiş olduğu çabalar ortaya pek anlamlı bir şey çıkartamamıştır. Afrika'da yapmış olduğu çalışmalar ise akıllı bir Kenyalı gazeteci tarafından şu şekilde özetlenmiştir: "CGIAR'ın Afrika'daki çalışmalarının büyük bir bölümü sembolik projeler üzerinde yoğunlaşmıştır ve bunlar da bilim adamları ve siyasetçiler için aslında açlıkla savaşmak veya gıda güvenliğini geliştirmek gibi samimi amaçlar taşımayan hevesler ortaya çıkmasına neden olmuştur".
Yine de CGIAR –  özellikle de Nijerya'da bulunan Uluslararası Tropik Tarım (IITA) Enstitüsü gibi Afrika Merkezleri sayesinde – AGRA'nın Yeşil Devrimi için bir kilit nokta niteliğindedir. AGRA, 100 GM olmayan bitki çeşidi üretmek için 43$ milyon harcamaktadır. Bu fonlandırma, tarım bağlamında gerçekleştirilen AR-GE çalışmalarına fon sağlanmasına yönelik küresel trendin bir göstergesidir. Geçtiğimiz son 20 yılda kamu araştırma harcamalarında bir düşüş görülmüş ve Kuzeyli donörlerden fon ithal edilmesi daha fazla önem kazanmıştır. Tüm bunlara araştırma faaliyetlerinin artan düzeyde metalaştırılması ve ticarileştirilmesi eşlik etmiş ve netice itibariyle de ilgili menfaatler kamu kesiminden uzaklaşarak özel ve ticari kesime kaymıştır. 
Bütün bu gelişmeler genetik yapısı değiştirilmiş tahıllarla aynı zamanda ortaya çıkmıştır. 

Ekolojik Bir Felakete Doğru Giden Afrika
 Afrika kültüründe doğası itibariyle var olan sosyal, siyasi, tarihi ve ekonomik krizlerin üstüne teknoloji ve teknolojik çözümlerin empoze edilmesi Afrika'daki kırsal ekonomileri, sosyal ilişkileri, tarım politikalarını ve genel olarak Afrika'daki kalkınma eğrisini büyük ölçüde değiştirecektir. Afrika'daki tarım üretimi artan bir biçimde uluslararası tohumlar, GMO'lar, tarım kimyasalları ve tarım ticareti yapan diğer kurumlar tarafından yönlendirilecektir. Bu durum geleneksel tarım sistemlerini yok ederek dışarıya dönük ve girdi tabanlı bir tarım sistemi yaratacaktır. Söz konusu sistem GM ve endüstriye ait melez tohumlara, inorganik gübrelere, zararlı bitki öldürücülere ve böcek ilaçlarına bağlıdır. İlgili altyapının AGRA tarafından oluşturulmaya başlandığı ve Gates tarafından desteklenen GM hareketinin Afrikalılar nezdinde mevcut GMO karşıtlığını kırmayı hedeflediği aşikârdır. Netice itibariyle biyo-güvenlik alanları Monsanto, Syngenta ve benzerlerinin daha da artan ihtiyaçlarını kabul edecektir. Dolayısıyla da önümüzdeki yıllarda Afrika'nın tarımsal alanlarının GMO'larla dolması beklemektedir.
Sonuç olarak Afrika büyük bir ekolojik felaketle karşı karşıyadır. GM tahıllarının yaratacağı genetik zehirlenmeler, tarımsal genetik çeşitliliğin ortadan kaybolması, toprak ve suyun kötüleşerek kirlenmesi vb. gibi durumlar buna örnek verilebilir. Aynı zamanda daha fazla kimyasal içeren, riskli GM ve Yeşil Devrim gıdalarının tüketilmesi neticesinde Afrikalıların sağlıklarının daha da kötüleşeceği beklenmektedir. 
Çiftçileri İlgilendiren Konular: NERICA Tecrübesi Neticesinde Yapılan Erken Uyarılar
Yukarıda belirtildiği  üzere AGRA yönetim kurulu üyelerinden bir tanesi olan Monty Jones, NERICA'nın, yani "Yeni Afrika Pirincinin" araştırılması  ve geliştirilmesi konusunda üstlendiği anahtar rol sayesinde 2004 Dünya Gıda Ödülün kazanmıştır.
Afrika Kalkınma Bankası  NERICA'nın yedi Batı Afrika ülkesinde yaygınlaştırılmasını  desteklemek için 35$ milyonluk bir proje başlatmıştır. Bu çabalar Afrika Pirinç Merkezi (WARDA) tarafından ev sahipliği yapılan Afrika Pirinç İnisiyatifi (ARI) tarafından koordine edilmektedir. ARI'nin görevi topluluk tabanlı bir tohum üretim sistemi kullanılması suretiyle gıda güvenliği temin edilmesi ve fakir çiftçilerin geçim kaynaklarının iyileştirilmesi için NERICA'nın Afrika bazında yaygınlaştırılmasının kolaylaştırılmasıdır. NERICA'nın Afrika'nın diğer bölgelerinde kayda değer performans sergilediği de edinilen duyumlar arasındadır.
Diğer yandan uluslararası  bir sivil toplum örgütü olan GRAIN tarafından yapılan araştırmalar daha farklı ve umutsuz bir tabloyu ortaya koymaktadır. GRAIN'ın ulaştığı bilgilere göre NERICA Afrika pirinç üretiminde özel yatırımların patlamasına yol açacak olup bu durum Afrika'nın küçük çiftlikli pirinç sistemlerini büyük tarım kuruluşları tarafından idare edilen plantasyon tipi pirinç üretimi karşısında çaresiz bırakacaktır. NERICA proje araştırmacıları köylü ve topluluk tabanlı tohum sistemlerini tamamen göz ardı ederek laboratuarlarında kalmayı ve CIGIAR'ın gen bankasından alınan melezlerle çalışmayı tercih etmişlerdir. GRAIN iddia edildiği şekliyle görkemli bir başarı kazanılmadığını, çiftçiler nezdindeki uygulama oranının düşük olduğunu ve bu kişilerin daha ziyade kendi pirinç çeşitlerini ekmeyi tercih ettiklerini belirlemiştir. Yine GRAIN'in belirlediğine göre fakir çiftçilere yardım edilmesi şeklinde yapılan reklâmın arkasında Afrikalı çiftçileri büyük şirketlerce yönetilip kontrol edilen ağlara sıkıştırmayı hedefleyen bir tohum ve kimyasal tarım sistemin kurulması gibi kaygı verici bir amaç vardır. 
Sonuç
Gates Foundation tarafından yukarıda tartışıldığı üzere yapılan büyük ölçekli yatırımlar geleneksel Afrika tarım kültürünün sahip olduğu zenginliği tehdit etmekte ve sarsmaktadır. Bu bağlamda mevcut projeler organik tarım, sürdürülebilir tarım, orman tarımı, göçebe tarımcılık, haşereyle mücadele, çiftçilerin öncülüğünde bitki yetiştirimi, sürdürülebilir havza yönetimi ve diğer birçok agro-ekolojik yaklaşımı gibi çoğu başarılı Afrika alternatifini duyarsız bir biçimde göz ardı etmektedir.
400 bilim adamı  tarafından beş yıllık bir süre içinde hazırlanan 2008 Uluslararası Tarım Bilgilerini Değerlendirme, Kalkınmaya Yönelik Bilim ve Teknoloji Raporu tüm bu söylemler içerisinde büyük ölçüde göz ardı edilmiştir. Rapora göre gıda güvenliği, bağımsızlığı ve gerek şimdiki gerekse gelecek nesillere yönelik sağlıklı çevresel uygulamalar ekolojik, tarımsal, geleneksel sistemlere ve yerel bilgi sistemlerine ayrılmaz bir şekilde bağlıdır.
Mariam Mayet Afrika Biyo-Güvenlik Merkezinin kurucusu ve müdürüdür.
Yazar: Mariam Mayet

22 Ekim 2010 Cuma

GDO'LAR : ABD’DE 37 KİŞİ ÖLDÜ, 5 BİN KİŞİ HASTA

GDO konusunda yayınlanan birçok araştırması olan mikrobiyolog ve Amerika’daki Maharishi Yönetim Universitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. John Fagan, GDO’lu ürünlerin solunum bozukluğu, ciltte kızarıklıklar, nezle, göz neslesi, baş ağrısı gibi allerjik tepkilere neden olduğunu, hatta hatta şok etkisine yol açarak ölüme bile neden olduğunu söyledi. Ancak çok uluslu şirketlerin GDO’yu yaygınlaştırmak istediğini vurgulayan Fragan, “Tarım ilaçlarını pazarlamak için sıkıştırdıkları gibi GDO’lu tohum satmak için de Türkiye, Afrika ve Asya’da bunu yaygınlaştırmak için çaba harcıyorlar. Hindistan’da patlıcana da dahil etmek isteniyor. Türkiye’de, önce soya ve mısır, sonra hepsine dahil etmek isteyeceklerdir” dedi.

NOBEL ÖDÜLLÜ DE OLSA TÜM SONUÇLARI TAHMİN EDİLEMİYOR

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO), genetik mühendisliği müdahale yöntemiyle, bitkiler, bakteriler, virüsler ve hayvanlardan alınan genin birleştirilmesi sonucunda, yeni bir gen ortaya çıkartılması olduğunu hatırlattı. Bu birleşik genin kontrol dışı olduğunu, ne gibi sonuç yaratacağının hiç bilinmediğini vurgulayan Fragan, “Bir tek gen dahil etmenin bütün bitki üzerindeki tüm sonuçlarını, doktorası da olsa, profesör de olsa, Nobel Ödüllü de olsa kimse tahmin edemiyor. Dışarıdan hücreye eklenen genin, DNA’nın neresine nasıl yapışacak o bilinmiyor ve kontrol altına alınamıyor” dedi.

ABD’DE 37 KİŞİ ÖLDÜ, 5 BİN KİŞİ HASTA

Hücresine yapay gen eklenen bir bitkinin, metabolik düzeyde etkilendiğini, bu durumun doku ve organizmalarda değişikliğe neden olduğunu söyleyen Fragan, “Bu bitkinin besin değerini düşürüyor” dedi. Bu bitkileri yediği taktirde insan sağlığına da zarar verdiğinin altını çizen Fragan, “Bir besin, genetiği değiştirildiği zaman yeni bir protein yaratıyor. Bu yeni proteinler alerji yaratabiliyor. Mesela GDO’lu patates yiyorsunuz, yeni bir protein var ve alerjik tepkiler yaratacak vücutta. Solum bozuklukları, cilt bozuklukları, kızarıklıklar, nezle, göz nezlesi, sindirim sisteminin bozulması, dokuların sağlıksızlaşması, tipik tepkilerden bazıları. Başınız ağrıdı mesela, yediğin mısırdan mı, başka birşeyden mi bilemiyorsun? Çünkü ne yediğin beli değil” dedi. Genetiği değiştirilmiş bakterilerin, zehirli bir bileşik de oluşturarak daha kuvvetli alerjik tepkilere neden olabildiğini, ani şok yaratarak ölüme bile yol açabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Fragan, bu zehirli etki ile ABD'de 37 kişinin öldüğünü, 5 bin kişinin de hastalandığı bilgisini verdi.

HİNDİSTAN’DA PATLICANA, TÜRKİYE’DE HERŞEY İÇİN SIKIŞTIRILIYOR

GDO ile dünyada Amerikalı, İsviçreli, Alman asıllı dev şirketlerin ilgilendiğini, dünyadaki GDO’ların yüzde 96’sının 5 ülkede imal edildiğini, bu ülkelerin ABD, Kanada, Avustralya, Brezilya ve Arjantin olduğunu, pamuk eklendiğinde Çin ve Hindistan’ın da bu ülkelere dahil edildiğini söyleyen Fragan, “Bu şekilde bakıldığında sadece 7 ülkede imal ediliyor” dedi. GDO’lu ürünlere dünyada en çok soya fasulyesi, mısır, kanola ve pamuk da rastlandığını, Amerika’da kabak ve domates de olduğunu, Havai’de Papaya bitkisinde bulunduğunu, Hindistan’da patlıcana da dahil etmek istendiğini açıkladı. GDO taraftarlarının, “Türkiye bunu kabul etmezse, dünyanın gerisinde kalır” sözünün gerçeği yansıtmadığını, GDO’yu sadece 7 ülkenin kabul ettiğinin altını çizen Fragan, şunları söyledi:
“Gerçek bu değil. Bu ticari amaçla yapılan, etkili olmayan, hatta bu çağda yapılmaması gereken bir teknoloji. Batı’da genel olarak kabul edilmeyen bir teknoloji. Tarım ilaçlarını pazarlamak için nasıl sıkıştırıyorlarsa, bunun için de Türkiye, Afrika, Asya’da bunu yaygınlaştırmak için çaba harcıyorlar. Türkiye’de hepsine dahil etmeyi isteyeceklerdir. Önce soya ve mısır, sonra hepsine.”

GDO’YA ULUSAL GÜVENLİK İÇİN DE DİKKAT

GDO’lu tohum verildiğinde çiftçilerin, geleneksel tohumları bir kenara bıraktığını, bu tohumların 1 yıl beklediği zaman öldüğünü ve kullanılamaz hale geldiğini vurgulayan Fragan, “Tarım için kullanılan tohumları Türk çitfçileri kontrol edemezse, besin üzerindeki kontrol elden kaçar. Gıda güvenliği kalmaz. Bu sadece gıda güvenliği değil, uluslal güvenlik meselesidir ve çok ciddi bir sorundur” uyarısında bulundu. Türkiye’de GDO’lu ürünlere izin vermeye eğilimli, zayıf bir yasa çıkartıldığını, ancak insanların buna kvvetli bir tepki gösterdiğini ve bunun üzerine hükümetin tekrar gözden geçirdiğini hatırlatan Fragan, “Umut ediyorum ki Türk halkını bunlardan koruyacak daha kuvvetli bir yasa çıkacaktır” dedi. Avrupa’da yasa gereği, GDO’lu ürünlerin üzerine etiket konmak zorunda olduğunun altını çizen Fragan, “Türkiye’de çıkartılacak yeni ya da bu şartı koşmak zorunda ki ona göre insanlar alsın, ya da almasın” dedi.

GDO’DAN KAÇINMAK İÇİN GIDALARIN ETİKETİNİ OKUYUN

GDO’lu ürünlerin bakarak anlaşılacak bir durum olmadığını, ancak soya ve mısır katkı maddesi olarak, keklere, bisküvilere, şekerlere ve birçok gıda maddesine sıçradığını söyleyen Fragan, tüketicilere, “Yediğiniz şeylerin etiketini okuyun. Mısır, soya varsa, pamuk yağı varsa veya kanola varsa o zaman risk var demektir. En güvenlisi organik yiyin. Güvendiğiniz yerlerden gıdayı alın. Mümkünse güvendiğiniz tarlalardan, çiftçilerden alışveriş yapın” tavsiyesinde bulundu.

21 Ekim 2010 Perşembe

GDO'LARIN İNSAN SAĞLIĞINA ETKİLERİ

Her ne kadar GDO’ların insanlar üzerindeki etkileri henüz bilinmese de hayvanlar üzerindeki etkileri belirlenmiştir. 
İskoçya Rowett Enstitüsü’nden Dr Arpad Pusztai’nin GD patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışıklık sistemlerinde çökme, kan yapılarında bozulma ve mide çeperlerinde kalınlaşma görüldü. 
Rusya Bilim Akademisi’nden Dr. İrina Ermakova’nın fareler üzerinde yaptığı denemede GD soyayla beslediği farelerin yavrularının %55,6’sı doğumdan üç hafta içinde öldü. Normal soyayla beslediği yavruların %9’u ve GDO’suz gıdalarla beslediği yavruların ise sadece %6,8’i öldü. Ayrıca, GD soyayla beslediği farelerin yavrularının %36’nın normal doğum ağırlığının altında doğduğunu saptadı. Bu şaşırtıcı sonuçlar karşısında denemeyi üç kez tekrarladı ve aynı sonuçlara ulaşınca Ekim 2005’te yapılan bilimsel bir panelde sonuçları kamuoyu ile paylaştı. 
Avusturya Tarım ve Sağlık Bakanlığı’nın finansmanı ile Viyana Üniversitesinin geçen yıl yaptığı bir çalışmada ise GD gıdalarla beslenen farelerin 3-4 nesil sonra büyük ölçüde üreme yeteneklerini kaybettikleri belirlendi. 
Canlılarda gen aktarımının başarılı olup olmadığının tespiti amacıyla antibiyotik direnç genleri kullanılmaktadır. Bu genler özellikle insan sindirim sistemindeki bakteriler tarafından bünyelerine kolayca alınabilmektedir. Bu da insanda antibiyotik direnci oluşturmaktadır. Bugün GDO’ların anavatanı ABD’de her yıl onbinlerce kişi antibiyotik direnci nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Ancak ülkemizdeki bir kısım akademisyen, tıpkı biyoteknoloji şirketleri ile yakın ilişkiler içinde olan yurtdışındaki meslektaşları gibi GDO’lu ürünleri tüketmenin sağlık açısından hiçbir zararı olmadığını, hatta bazıları işi daha da ileri götürerek GDO’lu ürünleri yemenin daha sağlıklı olduğunu belirtmektedirler. 
Biz bu akademisyenlerimize Kaliforniya Salk Enstitüsü Hücre Nörobiyolojisi Laboratuvarı Başkanı Prof. David R. Schubert’in bir tıp dergisinde yer alan şu sözleri ile yanıt verelim: “GD gıdaların insanları hasta yaptığına dair hiçbir kanıt yok, bu gıdalar güvenli söylemi son derece mantıksız ve doğru değildir. Bu gıdaların güvenli olduğu görüşünü doğrulayan hiçbir veri yoktur. Doğru dürüst epidemolojik çalışmalar olmaksızın pek çok zarar saptanamaz. Bu yönde hiçbir çalışma yapılmamıştır.” (The Problem with Nutritionally Enhanced Plants, Journal of Medicinal Food, Vol.11, No:4, August 2008) 

ÇOCUKLARI PLASTİK EŞYALARDAN UZAK TUTUN

Avrupa Çevre Bürosu çocukların yakın ilişki kurduğu eşyalarda üremeye zararlı kimyasallar buldu
Sınıfında oturmuş pencereden dışarıyı izleyen bir çocuk düşünün. Dikkati dağılmış bir şekilde kaleminin ucundaki silgiyi kemiriyor olsun. İşte bu masum fotoğrafın ürkütücü sonucu: Avrupa’da ‘üremeye zararlı’ olarak sınıflandırılmış kimyasallar bizim romantik öğrencinin tükürüğünde çözülüp vücuduna girdi bile! Bu sıradışı olmayabilecek senaryo ve benzerlerinin korkunç sonuçları geçen hafta 140 çevreci gruptan oluşan bir konsorsiyumun yayımladığı raporda bolca vardı. Buna göre Avrupa’daki marketlerde satılan düzinelerce üründe risk içeren kimyasallar var; ayakkabıdan silgiye, kalem kutusundan seks oyuncağına kadar...

Bir silgi dolusu ‘ftalat’Çalışma, 1999’da çocukların cinsel gelişimine zararı olduğu düşünüldüğü için oyuncaklarda kullanılması Avrupa Birliği’nce yasaklanan ve ‘ftalatlar’ olarak bilinen bir kimyasallar grubu hakkında. Avrupa Çevre Bürosu (EEB), çalışmalarında ftalatların her mahallede görebileceğiniz marketlerde satılan ve çocukların rutin olarak kullandığı ürünlerde bulunduğunu keşfetti.
Almanya’da bağımsız bir kimya laboratuvarı olan PICA’nın kimyasal analizi üzerine kurulan araştırma, Avrupa’nın oyuncak ve ‘çocuk ürünleri’nde bulunmasına izin verdiği seviyenin üç katını içeren pembe bir kalem kutusu buldu. Bilim insanlarının insan vücuduna özelikle zararlı olduğunu düşündüğü bir ftalat, bir silgide de bir oyuncağın yasaklanması için gereken seviyeye yakın miktarda bulundu.
Ftalatlarla ilgili endişeler yeni değil ve onları içeren ürünleri satanlar kanuna karşı gelmiş olmuyor çünkü yönetmelikler kalem kutusu ve silgi gibi ürünleri içermiyor. Ama EEB çalışması aynı zamanda satıcıların ftalat varlığı hakkında tüketiciye bilgi
vermelerini gerektiren yasal bir yükümlülüğü de umursamadıklarını gösteriyor. Yapılan ankette satıcıların ancak çeyreğinden azı ürünlerindeki kimyasal içeriğiyle ilgili sorulara tatmin edici yanıt verebildi. EEB kimyasal politikalar sorumlularından Christian Schaible, “İnsanlar satın aldıklar üründeki kimyasal miktarıyla ilgili bilgilendirilmeli” diyor.
Dünya kimyasal endüstrisi yılda 6 milyon tona yakın ftalat üretiyor.
21/10/2010 - RADİKAL

GIDA EGEMENLİĞİ

Dünya’da ve Türkiye’de çiftçiler ve tüketiciler ulus ötesi büyük gıda şirketleri ve tarım girdileri satan şirketlerin ağır bir hegemonyası altındadır. Bu güçler artık tekele çok yakın piyasalar oluşturmuşlardır. ABD’de de, Türkiye’de de birçok tarım ürünü nerede ise istedikleri fiyata çiftçiden satın abilmektedirler. Bu ürünlerin nasıl üretileceğini onlar belirlemektedirler. Şirket tohumları ile üretilmiş, kimyasal ilaç ve gübrelerle kirletilmiş bu ürünler besin değerleri de çok azalmıştır. Bunlar hipermarketlerde çoğu zaman zararlı plastik vb. malzemeler içinde ve yüksek fiyatlarla tüketicilere satılmaktadır. Bu küresel sistemi oturtabilmek için çiftçiden alış fiyatını etkilemeyen ve şirketlerin ürünü maliyet altında almasına yol açacak prim vb. politikalar her yerde dayatılmaktadır. Gümrüklerin sıfırlanması için Dünya Ticaret Örgütü, IMF, Dünya Bankası gibi örgütlerce ağır baskılar yapılmaktadır. Azaltılmış veya yok edilmiş gümrükler sonunda bu şirketler gelişmekte olan ülke pazarlarını işgal etmekte ve tarımsal üretimi yok etmektedir. Bu durum karşısında gıda egemenliği kavramı ileri sürülmektedir. Gıda egemenliği halkların ve ülkelerin dampingli ithal ürünlere karşı kendi tarım politikalarını belirleyebilme hakkını ileri sürmektedir. Dünyada açlık ve kötü beslenme gıda üretiminin azlığından değil bu küresel gıda politikaları ve endüstriyel tarım sisteminden kaynaklanmaktadır. Dünyada yeterli gıda vardır. Dağılımı kötüdür. Bir yandan obezite diğer yandan açlık görülmektedir. Topraksızlık ve düşük gelir açlığın nedenidir. Ülkemizde de yerel tohumların köylülerce satışının yasaklanması bu hegemonyanın açık belirtilerinden biridir. Çiftçiler ve tüketiciler bu zulme karşı birleşmelidir.

GIDA GÜVENLİĞİ

Gıda Güvenliği üretilen gıdanın biyolojik ve kimyasal tehlikelerden uzak olması anlamına gelir. Gıda kaynaklı hastalıklarda son 20 yılda ciddi bir artış olmuştur. Gıda kaynaklı salgınlarda sorumlu olan gıda gruplarında yumurta ve ürünleri, et ve ürünleri, kekler ve dondurmalar ve süt ve ürünleri önde gelmektedir.  Ancak gıda güvenliğini sağlayabilmek açısından gelişmiş ülkelerin öncelikleri ve gelişmemiş ülkelerin öncelikleri farklı olarak tanımlanmaktadır. Bizim gibi ülkeler için yasal düzenlemelerde, denetimlerde, laboratuar imkanlarındaki yetersizlikler, düşük kalitede ve kötü koşullarda hazırlanmış gıdanın daha ucuz olması  ve bunların düşük bütçeli haneler için cazip olması, gıdanın soğuk zincirindeki yetersizlikler ve hane içindeki imkansızlıklar, yeterli ve sağlıklı suya erişimin önündeki engeller, kötü sağlık koşulları ve hijyene dair yetersiz bilgi, kötü altyapı, hızlı kentleşme ve kalabalık haneler gıda güvenliğinin sağlanmasını zorlaştıran öncelikli sorun alanlarıdır. İhtiyacımız olan sağlıklı ve güvenli gıda tüketebilmek için ulusal gıda pazarımızın önceliklerini önceleyen bir siyasi otorite ve kirli ve hastalıklı gıdaları tüketmemize neden olan tüm mekanizmaları, sağlık hakkı ihlali olarak değerlendiren ve karşı duran bir toplumsal mücadele hattıdır.

20 Ekim 2010 Çarşamba

GDOLAR GENLERİMİZE İŞLER Mİ?

Genetiği değiştirilmiş soyadaki DNA dizilimini keçi sütlerinde de bulundu. Bu keçilerin sütünden beslenen çocuklarda da  GDO’lu DNA parçacıklarının izlerine rastlandı.
Gezegen'in Geleceği adlı radyo programında Dr. Uygar Özesmi şunları söyledi:"Testbiotech tarafından evcil hayvanlar üzerinde yapılan bir araştırmada süt, iç organlar ve kas gibi dokularda Genetiği Değiştirilmiş Bitkilerin yani GDO’ların DNA parçaları tespit edildi. En son, Nisan 2010’da İtalya’daki bilim insanları, genetiği değiştirilmiş soyadaki DNA dizilimini keçi sütlerinde de bulduklarını rapor etmişlerdi. Keçilerde görüldüğü gibi bu keçilerin sütünden beslenen çocuklarda da ne yazık ki GDO’lu DNA parçacıklarının izlerine rastlandı.
Bu vakalar ilk kez görülmüyor; bundan birkaç yıl önce, GDO’lu mısır DNA’sı bu mısırlarla beslenen domuzlarda görülmüştü. Ayrıca, balıklarda da GDO’lu bitki DNA’larına rastlanmaya başlandı.Testbiotech’den Christoph Then 'DNA inceleme yöntemleri geliştikçe GDO’lu ürünlerin DNA’larını vücüdumuzda daha fazla bulmaya başlıyacağız' dedi. Geçmişte, Avrupa Gıda Güvenliği Ajansı (EFSA) GDO’lu bitkilerin DNA’larının izlerinin hayvanlarda görülemeyeceğini iddia ediyordu; fakat bundan yıllar sonra günümüzde bitki DNA’ları bağırsakta tamamıyla parçalanmadığı ve bu yüzden iç organların yapısında, damarda ve hatta farenin sperm hücrelerinde bile bulunduğu görüldü. Testbiotech’e göre milyonlarca ton genetiğiyle oynanmış soya,  Avrupa’da domuzlara, kümes hayvanları ve büyük baş hayvanlarına besin olarak veriliyor. Birçok uzman bunun ilerde büyük sağlık sorunlarına yol açacağını belirtiyor. Artık mevcut ekonominin sadece şirketlere kâr sağlayan risk sistemi ile değil toplumu düşünen temkinlilik ilkesi ile hareket etmek gerekiyor, doğanın kanunlarına uygun gelişmemiz gerekiyor."

19 Ekim 2010 Salı

DAVET

Ekmek, şarap ve kooperatifimiz…
 
DOSTLARIN ARASINDAYIZ,  GÜNEŞİN SOFRASINDAYIZ…
Gerçek Gıda Kooperatifi
Tanışma ve Muhabbet Toplantısı
Dostlar, elbirliğiyle yeni bir dünya muradında olanlar,
Çalışmamız emekliyor, emekle ilerliyor…
Birkaç arkadaşımız, Ocaklar’dan ekmek (Doğanın ve Emeğin Ekmeği) ve şarap ile  el aldı,
biz de o enerjiyle kuşandık. Kooperatif için muhabbet etmeyi, tanışmayı
bahane kıldık, derdimiz göz göze gelmek, omuz  omuza vermek.
Ekmeğimizin, şarabımızın yanına Arapgir peynirini ekledik.
Söyleşmek, paylaşmak, dertleşmek istiyoruz.
Hepinizi bekliyoruz…
 
GERCEK GIDA INISIYATIFI
GERÇEK GIDA KOOPERATİF GIRISIMI
Kurucular Kurulu


 
Yer:
SOL ILETISIM LOKAL
İstiklal Caddesi, Süslü Saksı Sok, No:13/2
Taksim-İstanbul
Tarih:21 Ekim Perşembe
Saat:19:00-22:00

gercekgida.blogspot.com
http://groups.google.com.tr/group/gercekgidahareketi
gercekgidahareketi@googlegroups.com
http://www.soliletisim.org/



--

GDO'LU GIDALAR KANSERE YOL AÇIYOR!!!

Günümüz dünyasında genetiği değiştirilmiş yaklaşık 1600 gıda maddesi var. Doç. Dr. Mesut Başak, bu ürünlerden uzak durmanın mümkün olmadığını belirtirken, mısır ve soyaya dikkat çekti.
Mısır, soya, kanola ve pamuk gibi genetiği değiştirilen gıdalar, birçok hastalığa davetiye çıkarıyor. Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dahiliye Klinik Şefi Doç. Dr. Mesut Başak, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) olarak tanımlanan bu ürünlerin başta bağışıklık sistemi olmak üzere insan vücudunda alerjilere sebep olduğunu, romatizmal hastalıklar ile kansere yol açabildiğini ifade etti
Günümüz dünyasında genetiği değiştirilmiş yaklaşık 1600 gıda maddesi var. Doç. Dr. Mesut Başak, bu ürünlerden uzak durmanın mümkün olmadığını belirtirken, mısır ve soyaya dikkat çekti. Çünkü bu ürünlerin katkı maddesi olarak kullanıldığını ve bu sebeple birçok ürünün içinde yer aldığını ifade etti. "Özellikle mısır nişastası, bebek mamaları ve tatlılarda yoğun olarak bulunuyor." diyen Başak, araştırmaların gıdaların ömrünün uzatılması sürecinde oynanan genlerin zehirli proteinler ürettiğini ve bu proteinleri yiyen böcek ve kuşların da öldüğünü gösterdiğini belirtti.
GDO'LU MISIR VE SOYA İTHAL EDİYORUZ
Türkiye'ye genetiği değiştirilmiş gıdalar içinde soya ve mısır ithal olarak çok fazla giriyor. Bu ürünlerin çoğu da hemen her yıl GDO'lu tohum üretiminde birinci olan ABD ve 2. olan Arjantin'den ithal ediliyor. Genleriyle oynanmış tohumların Türkiye'ye girmesinin yasaklandığını ancak hayvan yemi olarak ülkemize ithal edildiğini anlatan Mesut Başak, ODTÜ'de yapılan araştırmada çarpıcı sonuçların çıktığını ifade etti. Araştırmada Türkiye'nin 9 şehrinde üretilen 28 domates numunesinden 22'sinde "kanamisin" adlı antibiyotiğe dirençli bir bakteri geni saptanmıştı. Aynı araştırmada mısır numunelerinde hem antibiyotiğe karşı direnç geni, hem de mısıra ait olmayan birtakım DNA'lar bulundu. Buna ek olarak 2005 yılında Arjantin'den Türkiye'ye soya getiren bir gemi Greenpeace tarafından Brezilya açıklarında durdurulmuş ve soyaların GDO'lu olduğu ortaya çıkmıştı.
BÖCEK VE KUŞLAR ÖLÜYOR
Ürünlerde belli bir seviyede genetiğin değiştirilme oranının bulunduğunu aktaran Doç. Dr. Mesut Başak, "Oranında değiştirildiği takdirde belki bir rahatsızlığa yol açmaz. Oranın üzerinde kullanılırsa hayatı tehdit eden bir noktaya gelir." uyarısında bulundu. Her canlının kendine özgü bir gen dizilimi olduğunu söyleyen Başak, "Canlı yaşamına ait tüm bilgiler bu genlerde gizlenir. Gıdaların genetiğinin değiştirilmesinde de gıdalara yabancı bir gen yerleştirilir. Burada amaç ekonomik yönden getiri sağlamak için gıdaların dayanıklılığını ve ömrünü uzatmaktır. Bu gıdaların ömrünün uzatılması sürecinde bu genler zehirli proteinler üretmektedir. Araştırmalar bu proteinleri yiyen böcek ve kuşların öldüğünü göstermektedir." diye konuştu.
Genetiği değiştirilmiş mısır ciddi bir endüstri ürünü
GDO'lu ürünlerin her şeyden önce toprağın dengesini bozduğunu söyleyen Doç. Dr. Mesut Başak, bu ürünlerin 100-200 yılda toprağın kendine gelememesine neden olduğunu kaydetti. Mısır ve türevlerinin çok ciddi bir endüstri oluşturduğunu aktaran Başak, "Mısırdan nişasta yapıyorsunuz, nişasta baklavadan sütlü tatlılara, bebek mamalarına kadar her yerde kullanılıyor. Gündelik yaşantımıza süt olarak da girebiliyor. Köylüler 'mısır silacı' denen bir yem yapıyorlar hayvanlar için. Yemi yiyen inek, koyun aracılığı ile GDO süt olarak bize dönüyor." diyerek, tehlikenin uzak olmadığı sinyallerini verdi. Başak, bu noktada tüketicilere düşeni ise mevsiminde olmayan gıdaları tüketmemek olarak açıkladı. Ayrıca dondurulmuş gıdaların kullanılmaması, organik ürünlere yönelmek ve alınan ürünün sorgulanması da diğer yöntemler arasında. Buna ek olarak da "bu ürünlerin ülkeye girişleri engellenmeli" uyarısında da bulundu.

18 Ekim 2010 Pazartesi

GDO'NUN ZARARLARI

Prof.ZiyaMocan :
Bitki bünyesinde, insanda alerjiye neden olan veya zehirleyici etki yapan bazı farklılaşmalar yaşanabilir. Gen aktarımında kullanılan bazı teknikler nedeniyle genleri değiştirilmiş bitkileri tüketen insanlarda antibiyotiklere direnç gelişmesi olasılığı söz konusu. Bu genlerin ürünü olan proteinlerin bağışıklık sistemimizi çökertme riskleri, kanser başta olmak üzere ne tür başka hastalıkları tetikleyecekleri günümüz teknolojisiyle tahmin edilemiyor. Bu gıdaların genleriyle oynandığı için insan gen yapısında uzun dönemde değişiklik yapıp yapmayacağı bilinmiyor. Hamileler, büyüme çağındaki çocuklar, beslenme bozukluğu olanlar ve kronik hastalar için özellikle zararlı... Bunlar konserve gibi, besleyici değerleri düşük. Tabiatın yapısına da aykırı.
Prof. Dr. Ahmet Aydın:
Kanserojen olma ihtimalleri yüksek ama sigara gibi, 20 yıl sonra çıkıp "Kanser yapıyor" dediğinizde "Başka bir yığın kanserojen olabilir" diyecekler. Bu gıdaları görünüşünden anlayamazsınız. Ancak gelişmiş laboratuvarlarda yapılan testlerle belirlenebilir. Soyalı ürünlerin yüzde 90'ında var. Bebek mamalarında özellikle ailelerin dikkat etmesi gerekli. Mısır nişastasında bulunuyor. Artık domateslerin büyük bölümünde var.

Prof. Dr. Kenan Demirkol:
'KISIRLAŞTIRIYOR'
Viyana Üniversitesi'nde fareler üzerinde yapılan araştırmalarda, GDO'lu domatesleri yiyen farelerin, üç nesil sonra kısırlaştığı görülmüş. İnsan ömrü fareden uzun. İnsanların 30 yaşında evleneceğini düşünürsek, bunu anlamamız için, 90-100 yıl geçmesini mi bekleyeceğiz? Almanya ve Fransa'da GDO'lu ürünlere yasaklama getirildi.

DOÇ. DR. M. EMİN ERKAN
"Denetim eksikliği var"
Dicle Üniversitesi Veteriner Fakültesi Besin Hijyeni ve Teknolojisi Öğretim Üyesi Doç. Dr. M. Emin Erkan, genetiği değiştirilmiş ürünlerin denetiminin eksik olduğunu vurguluyor. Tüketicinin genetiği değiştirilmiş mısır ve soyadan üretilen ürünleri (yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar; bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler, pudingler, bitkisel yağlar, mamalar, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar) ya da mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdaları tüketebildiğini ifade ediyor.
DOÇ. DR. RIDVAN KETE
"Alzheimer ve deli dana hastalığının sebebi"
Dokuz Eylül Üniversitesi Biyoloji bölümü öğretim görevlisi Doç. Dr. Rıdvan Kete, özellikle soya, mısır, patates gibi ürünlerin zararlılara karşı, öldürücü genler nakledilerek korunduğunu belirtiyor. Ve ekliyor: "Üründeki değişiklik geni genellikle antibiyotiğe dayanıklılık genine bağlanarak taşınmaktadır. Buna bağlı olarak alzheimer ve deli dana hastalığı artışının bu tip değişikliğe bağlı olduğu belirtilmektedir."
Genetiği değiştirilmiş mısır ciddi bir endüstri ürünü
GDO'lu ürünlerin her şeyden önce toprağın dengesini bozduğunu söyleyen Doç. Dr. Mesut Başak, bu ürünlerin 100-200 yılda toprağın kendine gelememesine neden olduğunu kaydetti. Mısır ve türevlerinin çok ciddi bir endüstri oluşturduğunu aktaran Başak, "Mısırdan nişasta yapıyorsunuz, nişasta baklavadan sütlü tatlılara, bebek mamalarına kadar her yerde kullanılıyor. Gündelik yaşantımıza süt olarak da girebiliyor. Köylüler 'mısır silacı' denen bir yem yapıyorlar hayvanlar için. Yemi yiyen inek, koyun aracılığı ile GDO süt olarak bize dönüyor." diyerek, tehlikenin uzak olmadığı sinyallerini verdi. Başak, bu noktada tüketicilere düşeni ise mevsiminde olmayan gıdaları tüketmemek olarak açıkladı. Ayrıca dondurulmuş gıdaların kullanılmaması, organik ürünlere yönelmek ve alınan ürünün sorgulanması da diğer yöntemler arasında. Buna ek olarak da "bu ürünlerin ülkeye girişleri engellenmeli" uyarısında da bulundu.

HERKESE YETER GIDA VAR

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Özel Raportörü Jean Ziegler açıklamıştı. FAO’ya yani Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütüne göre dünya 12 milyar insan için her gün kişi başına 2100 kalorilik gıda üretebilme gücüne sahip. Bu dünya nüfusunun tam iki katıdır. Buna karşılık dünyada bir milyara yakın insanın resmen aç olması dünya için büyük bir ayıp. Bu sayı iki yıl önceki gıda krizinde bir milyarı aşmıştı. Şimdi FAO bu sayıyı bu yıl 925 milyona çekti.  Tuzu kuruların bu sayılar hiç umurunda değil. 11Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezine uçaklar çarptığında geride 3000 ölü kalmıştı. ABD başta emperyalist ülkeler bu felaketi avantaja dönüştürmek için demokrasi getiriyoruz ayakları ile Orta Doğu’ya saldırdılar. Bu olay yeni başlamış olan yirmi birinci yüzyılın dramatik bir açılışı olarak beyinlere kazınmıştı. Hâlbuki aynı gün ve ondan sonraki her gün dünyada kötü beslenen ve beş yaş altında olan 16 500 çocuk yeterli gıda bulmadığı için ölüyordu. Bu ölümler her gün devam ediyor. Dünyanın tuzu kuruları bu ölümleri ne kadar umursuyor.
            Dünyadaki açlıktan ölümlerin arkasında birçok neden sayılabilir. Ancak hepsinin dönüp dolaştığı temel neden gelir dağılımının bozuk olmasıdır. Yani insanlar dünyada gıda üretimi az olduğu için değil, gelirleri olmadığı için ölüyorlar. Bu kadar basit. ABD, Avrupa Birliği, Dünya Bankası ve IMF’nin uygulamış olduğu politikalar bu açlığı ve ölümleri hızlandırıyor. Örneğin ABD’nin pamukta kendi ülkesinde verdiği primler ve uyguladığı tarım politikası büyük şirketlerin çiftçilerden maliyetin altında pamuğu alarak kendileri için büyük kârlar getirecek ancak pamuk üreticisi ülkelerin rekabet edemeyeceği düşük fiyatlardan ihraç edebilmesine yol açıyor. Bu durum pamuk üreten Batı Afrika ülkelerinde düpedüz açlıktan ölümlere yol açıyor. Bizde de pamuk ekimlerinin gerilemesi aynı nedenden.
            Dünya açlarının çok önemli bir kesimi aslında kırda yaşıyor. Bunların da çoğunun toprağı yok. Aç ve kötü beslenen çocukların %70’inin gıda fazlası üreten ve ihraç eden ülkelerde yaşadığı bir IFAD raporunda belirtiliyor. Bunlardan biri de Hindistan. Bir yandan gıda ihracatı, diğer yandan açlık. Toprağa sahip olmamak en önemli açlık nedeni. Brezilya’da topraksız tarım işçilerinin eline geçen ücretin, asgari ücretin %70’ini geçemediği saptanmış. Halbuki toprak reformundan toprak edinenlerin geliri asgari ücretin 3,7 katı oluyor.
            On altı Ekim dünya gıda günü. Dünyanın her yerinde şirketler ve onların iliştirilmiş denilen (İngilizce embedded karşılığı olarak yataklanmış deyimini daha doğru buluyorum) akademisyenleri bugünlerde açlığı yenmek için bol bol tarım ilacı, kimyasal gübre, patentli şirket tohumlarının reklamını yapacaklar. Gerçek ise aslında tam tersi. Bu nedenle topraklar tuzlanıyor. Topraktan köylüler kovulup, yerlerine daha çok verimli olduğu söylenen büyük tarım işletmeleri kuruluyor. Bu verimlilik ve ilerleme masalı dünyanın büyük ve yaygın inanılan bir yalanıdır. Bu nedenlerle küresel ısınma hız kazanıyor.
            Yataklanmış akademisyenler hiç olmaz ise Birleşmiş Milletler özel raportörünü okusalar gerçeği biraz olsun görecekler. İnternette bunları kolayca bulabilirler. Ama o zaman cici şirketleri onlara çok kızar. O zaman gelsin kimyasal ilaçlar, kimyasal gübreler, patenli tohumlar.         
  
18/10/2010
Prof. Dr. Tayfun Özkaya