9 Aralık 2010 Perşembe

ÖLÜMCÜL DENEYDE TÜRKİYE LİSTE BAŞI

ABD’deki birçok ilaç şirketinin yasalardan kaçınmak ve araştırma maliyetini düşürmek için, insanlarla yapılan deneyleri fakir ülkelere taşıdığı ve bunlardan Türkiye’nin 6’ncı sırada yer aldığı açıklandı.
Amerikan Vanity Fair dergisi, ABD’deki birçok ilaç şirketinin, yasal düzenlemelerden kaçınmak ve ilaçları daha ucuza mal etmek için insanlar üzerinde yapılan klinik deneylerini artık yurtdışında, genellikle de fakir ülkelerde gerçekleştirildiğini yazdı.

Milliyet gazetesi dosyayı sürmanşetinden duyurdu. Derginin ocak sayısında yer alacak habere göre Türkiye klinik deneylerin en fazla yapıldığı ülkelerden biri.
Vanity Fair’e göre ilaç şirketleri, Amerika’da yapılan araştırmalar sonucunda ürettikleri ilacın yararlı olduğuna dair herhangi bir onay alamazlarsa, bunların yerine Türkiye, Hindistan, Fas, Romanya, Çin gibi ülkelerde yapılan klinik deneyler yürütüyorlar. Burada denekler daha ucuz ve bilinçsiz olduğu için tehlike olasılığı yüksek ilaçlar bile rahatlıkla test ediliyor, olumsuz sonuçlar alınması halinde daha az sorun yaşanıyor. Yani yabancı ülkelerdeki Sağlık Bakanlığı’ndan onay alarak yapılsalar da deneklere zarar verme olasıkları daha yüksek olan ilaçlar deneniyor.
Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi FDA yurtdışında yapılan deneyleri denetleyemediği için bu ilaçların güvenilirliliğini tartışma konusu oluyor. Dergi ABD’nin yasal düzenlemeleri ve kontrolleri olmadan gerçekleştirilen bu deneylerde yanlış sonuçlar alındığını hatta ölümler gerçekleştiğini iddia etti.
EN ÇOK DENEY YAPILAN ÜLKELER
Vanity Fair’in haberine göre ilaçların FDA’de onaylanması sürecinde yurtdışında yapılan deneylerin sayısı 1990’da yalnızca 271 iken, 2008’de sayı 6 bin 485’e çıktı. Amerikalı şirketlerin bugüne kadar en çok deney yaptığı ülkeler Çin (1861), Rusya (1514) ve Hindistan (1457). Bu üç ülkeyi Romanya (876), Tayland (786) ve Türkiye (716) izliyor.
Klinik deneylerin fakir ülkelere kaymasındaki en önemli faktör ilaç şirketlerinin FDA’nın düzenlemelerinde bulunan bir boşluktan yararlanması. Buna göre ABD’de yapılan araştırmalar sonuncunda bir ilacın herhangi bir yararı bulunmadığına karar verilirse, yurtdışında yapılan araştırmalar ile FDA’dan onay alınabiliyor. Bu nedenle ilaç firmaları deneylerin yapıldığı ülkelere “kurtarıcı ülkeler” adını veriyor.
BİRKAÇ DOLARA DENEK VAR
İlaç şirketleri düşük gelirli nüfusun çok olduğu bu ülkelerde günde birkaç dolar karşılığında deneylere katılacak insan bulabiliyor. Bu kişilerin bazıları okuma yazma bilmediği için parmak basarak sözleşme imzalıyor. Üzerlerinde hangi ilaçların denediğini bilmeyen insanlar çoğu zaman tedavi gördüklerini düşünüyor.
Şirketler hangi ilaçların hangi ülkelerde denediğini, ilacı ’ne (FDA) sunana kadar açıklamak zorunda olmadıkları için kötü sonuçlar alınan, hatta ölümlere yol açan deneylerin yapıldığı ülkeler rapor edilmiyor.
FDA’NIN DENEK ŞARTI
FDA insanlar üzerinde yapılan ilk aşama deneylerin en az 10 kişi üzerinde yapılmasını öngörüyor. Dört aşamalı deney sürecinde denek sayısı binlerce kişi olabiliyor. Yani Türkiye’de bugüne kadar yapılan tüm testlerin ilk aşama olduğunu varsaydığımızda bile en az 7160 kişinin denek olarak kullanıldığı anlamına geliyor.
ŞİZOFRENİ İLACI İÇİN DÖRT İLDEN GÖNÜLLÜLER ARANIYOR
Vanity Fair dergisi, farklı ülkelerde yapılan deney sayılarını tespit etmek için bunların hepsini birleştiren bir veritabanından faydalanıyor. Milliyet’in bu veri tabanında yaptığı incelemede Türkiye’de hala birçok araştırma için denekler arandığı ortaya çıktı. Hemen hepsi Sağlık Bakanlığı’ndan izinli olan bu araştırmalardan biri yeni bir şizofreni ilacını test ediyor. Adana, Samsun, Manisa ve İstanbul’da bu ilacı deneyecek “fiziksel olarak güçlü, 18-65 yaş arasında, şizofreni teşhisi konmuş, erkek ya da menopoza girmiş ya da rahmi alınmış kadınlar” aranıyor.
Meme kanseri, kalp hastalıkları, solunum yetmezliği gibi birçok hastalığa karşı ilaçlar ya da ameliyatlar da dahil tedavi yöntemleri kullanılıyor.
TÜRKİYE’DE ONAY ALAN İLAÇ 12 KİŞİYİ ÖLDÜRDÜ
Vanity Fair’in haberine göre “kurtarıcı ülkeler” ile onay alan ilaçların ne kadar tehlikeli olabileceğine dair bir kanıt da “Ketek” adlı ilacın piyasaya sürülmesi. 1990 yılında üretilen “Ketek” adlı antibiyotik Türkiye, Macaristan, Fas ve Tunus’da yapılan bir deneye dayanarak 1 Nisan 2004’te FDA’dan onay aldı.
Bu onay verilmeden bir ay önce Ketek üzerinde ABD’de deney yapan Sanofi-Aventis’in araştırmacısı Dr. Anne Kirkman-Campbell Ketek deneyindeki bulguları çarpıtmak nedeniyle 57 ay hapse mahkûm olmuştu. İlaç ABD’de piyasaya sürüldükten sonra FDA’ya ilacı kullanan birçok kişide bazen ölüme de yol açabilen ciddi akciğer hasarı görüldüğüne dair raporlar yağmaya başladı.
FDA’nın yöneticileri ilk etapta ilacın arkasında dururken, FDA’dan bazı araştırmacılar Ketek’in deneylerinin 4 bin, bazıları 6 aylıktan küçük olmak üzere çocuklar üzerinde yapıldığı ve etik olmadığı konusunda uyarılarda bulundu. Ancak artan şikayetler üzerine 2006 yılında FDA, Sanofi-Aventis’ten deneyleri durdurmasını istedi. Bir yıl sonra da ilaç geri çekildi. Ancak FDA’ya gelen raporlara göre ABD’de 12 kişi Ketek nedeniyle hayatını kaybetti.
TÜRKİYE İÇİN İLGİNÇ İDDİA
Klinik deneyler konusunda uluslararası yayın yapan “Journal of clinical Studies” isimli derginin mart 2010 sayısında yayınlanan kısa bir makalede 11 Mart 2010 tarihinde geçen yeni yasayla Türkiye’nin klinik deneyler konusunda bölgede avantaj sağladığı belirtiliyor. “Belli ki yakın dönemde Türkiye’de çok daha fazla klinik deney yapılacak” diyen makalede Türkiye’de klinik deney yapmak için Sağlık Bakanlığı ve etik kurulu onayı alınması gerektiği hatırlatılıyor ancak bundan böyle tüm işlemler için tek bir dosya hazırlayıp tek başvuru ücreti ödemenin yeterli olduğu söyleniyor.
ARAŞTIRMAYA KATILAN UZMANLAR NE DİYOR?
İzinleri bakanlıktan verilir
Dr. Mehmet Ali Çıkrıkçıoğlu: Bizim araştırmamızda şu an eczanelerde satılan bir ilacın yan etkilerinin olup olmadığı, başka hangi parametrelerin olabileceği araştırılıyor. Derginin iddiaları ancak yeni bir ilacın denenmesi durumunda gerçekleşebilir. Ayrıca deneyin izinleri Sağlık Bakanlığı tarafından veriliyor, denetimi de Sağlık Bakanlığı ve hastane tarafından yapılıyor. Araştırmanın FDA ile ilgisi yok.
(“Oksidatif Stresin evrimi ve Levothyroxine tedavisinin Hasimoto hastalığında oksidatif strese etkisi” araştırmasının başkanı)
‘İzinsiz yapılamaz’
Dr. Alp Aslan: Bizim yaptığımız araştırmalar kalp ameliyatları hakkında idi. İnsanlar üzerinde ilaç deneyleri yapılmadı. Araştırma uluslararası bir çalışmaydı ve asla izinsiz ve denetimsiz bir deney söz konusu değildi. Ben artık bu araştırmada çalışmıyorum. (Kavaklıdere Umut Hastanesi ve Ankara Üniversitesi işbirliği ile yürütülen araştırmanın eski üyelerinden)
‘TEHLİKE VARSA OLMAZ’
Prof. Dr. Rüçhan Akar (Ankara Üniversitesi): Bizim şu anda deneyini yaptığımız ilaç kolestrol ilacı olan Atorvastatin. Bu zaten kullanımda olan bir ilaç, farklı bir yan etkisi var mı o araştırılıyor. Ama bunun dışında, FDA’dan ya da Sağlık Bakanlığı’ndan onayı alınmamış bir ilaç deneyi yapılamaz, yapılırsa da kanuna aykırıdır ve yapanın başı belaya girer.
Onayın illa ki FDA’dan alınmış olması gerekmiyor. Ama Sağlık Bakanlığı etik kurulu ya da üniversitenin etik kurul komitesinden, onaylanması gerekiyor. Eğer zaten tehlikeli bir durum varsa, etik onaydan geçemez, etik onaydan geçemeyenlerin de deneylerinin yapılması imkansız.
Bazı ilaçlarda, örneğin kök hücre ile iglili ilaçlarda hem hastanenin hem de Sağlık Bakanlığı’nın onayı alınmalı. Ancak örneğin son dönem, ümit kesilen kanser hastalarında, daha önce onayı alınmamış bir ilaç denenebiliyor fakat bunda da yine ilaç verilmeden önce Sağlık Bakanlığı’nın onayı alınması gerekiyor yoksa yine bakanlıktan onay olmadan böyle bir şey yapamazsınız.
SAĞLIK BAKANLIĞI: İDDİALAR İFTİRA
Sağlık Bakanlığı, ABD’li ilaç firmalarının, Türkiye’deki insanlar üzerinde para karşılığında ilaç deneyleri yaptırdığı iddiasının doğru olmadığını savundu.
Yetkililer, klinik deneylerin hem Sağlık Bakanlığı hem etik kurullar tarafından denetlendiğini, deneklere para verilmesinin de yasak olduğunu belirtti.
700 DEĞİL 400 ARAŞTIRMA
Sağlık Bakanlığı yetkilileri,yaptıkları açıklamada  Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nin (FDA) onayladığı ilaç denemelerinin (klinik araştırma) çoğunun, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu “fakir” ülkelerde yapıldığı iddialarının doğru olmadığını savundu.
Yetkililer, Türkiye’de ilaç üzerine bir yılda yapılan klinik araştırma miktarının yılda 700 değil, 400 civarında olduğunu belirtti. Yetkililer, bu miktarın başka ülkelerde bini bulduğunu söyledi.
Yetkililer, yabancı ilaç şirketlerinin de Türkiye’de klinik araştırma yaptığını kaydetti.
Yetkililer, klinik araştırmaların hem Sağlık Bakanlığı hem de etik kurullar tarafından denetlendiğini, etik kurul onayı olmadan yapılan araştırmaların 3 yıla kadar hapisle cezalandırıldığını ifade etti. Yetkililer, “Türkiye bu konunun en sıkı denetlendiği ülkelerden birisi. Ölüm, hastalık olsa canına okuruz” dedi.
İNGİLİZLER VE ALMANLAR
Yetkililer, araştırmalara katılan deneklere para ödenmesinin kanunen yasak olduğunu da vurguladı. İlaç denemelerine katılanların kendi dilinde konuyla ilgili bilgilendirildiğini belirten yetkililer, deneye katılanların sağlık durumunda ciddi değişiklik olması durumunda bunun 24 saat içinde bildirildiğini kaydetti.  Yetkililer, klinik deneylerin İngilizler, Almanlar üzerinde de yapıldığını ifade etti. Yetkililer, genetik farklılıklar yüzünden deneylerin dış ülkede yapılmasının çok tercih edilen bir yöntem olmadığını dile getirdi.
KETEK DENEYLERİ BİTMİŞ
Yetkililer, “Ketek” isimli antibiyotiğin Türkiye’deki klinik araştırmasının tamamlandığını, tespit edilen yan etkileri prospektüsüne yazılan ilaç ile ilgili ciddi sağlık sorunu bildiriminde bulunulmadığını ifade etti.
NTVMSNBC - 07 Aralık. 2010 Salı

7 Aralık 2010 Salı

RAFLARDAKİ TEHLİKE HAZIR GIDALAR

ALDIĞINIZ HAZIR GIDALARIN İÇERİĞİNİ KONTROL EDİN
Bazı kimyasal maddeler ve ilaçların vücutta alerjik reaksiyonlara yol açabileceğini belirten uzmanlar, paketlenmiş hazır gıdaların içeriğinin mutlaka okunmasını öneriyor.

Uludağ Üniversitesi (ÜU) Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı ve Beslenme Ünitesi Başkanı Prof. Dr. Hasan Doğruyol, "Katkı maddeleri benzeri küçük molekül ağırlıklı bileşikler alerjik etki meydana getirirler. Sonuçta bu maddelere karşı astım, ürtiker(kurdeşen), rinit(saman nezlesi), gibi reaksiyonlar ortaya çıkar." dedi.
Paketlenmiş ürünlerin içerdiği zararlar üzerinde fazla durulmadığını belirten Prof. Doğruyol, hazır gıda paketinin içindekiler listesinde ne tür malzemelerin bulunduğunun kolaylıkla öğrenilebileceğini dile getirdi. Özenerek alınan bir ürünün olumsuz bazı şartları taşıdığının bu yolla görülebileceğine dikkat çeken Prof. Doğruyol, şöyle devam etti:

"Bu maddeler bünyemiz için 'alerjik' olabilir. 'Toksik-zehirli', kanserojen-kanser yapıcı, hatta 'teratojen-nesilleri bozucu' etkiye sahip olabilir. Veya bu maddeler Müslüman mutfağına hiç sokulmayacak nesneler de içermiş olabilir. Bazen katkı maddesinin kendisi, bazen de fiziksel ortamı (sadece alkolde eriyen bir katkı maddesinin gıdaya katılması başka türlü mümkün olmadığından) katıldıkları maddeleri şüpheli kılabilir. Bazı içeceklerdeki renk maddelerinin çözünme ortamları çok şüphelidir. Sadece alkolde çözünen bir renk maddesi eğer çözülmeden ortama katılacak olursa tortu bırakır, ortamı renklendirmez. Tortu bırakmıyorsa o zaman belli bir ölçüde alkol içeriyor anlamı taşır."

Yurt dışından getirilen bazı ürünlerin dini açıdan sakıncalarının bulunduğuna vurgu yapan Doğruyol, örnek olarak Yahudi (Kosher) diyetlerini gösterdi. İsrail'de yapılan gıda maddelerinin içerisinde sadece alkolde eriyen E 320 (butilated hydroxyanisole) ve E 321 (butilated hydroxytoluene) kullanıldığını kaydeden Hasan Doğruyol, bu tür ününleri alırken dikkat edilmesi gerektiğine işaret etti. Gıda seçimini etkileyen sosyal faktörlerin başında dini kısıtlamalar ve birtakım kişisel tercihler geldiğine işaret eden Prof. Dr. Doğruyol, her dinin veya sosyal gurubun haramları, mekruhları olduğunu, kişilerin seçimlerini bu haramlardan mümkün mertebe sakınacak şekilde yaptıklarını, bu seçimde öncelikle gıdanın kaynağı belirleyici olduğunu kaydetti. Doğruyol, İslam dininde kaynağı bakımından yenip içilmesi mutlak yasak olan nesnelerin domuz eti ve şarap olduğunu, bir de metinlerle yasaklanmadığı halde tabiatları gereği yasak olan maddeler olduğuna dikkat çekti.

Bunun yanında, birtakım hükmi yasakların da söz konusu olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Doğruyol, şunları kaydetti: "Musevilikte de domuz ve domuz ürünlerini tüketmek yasaktır. Vegeteryenler (etyemezler) benzeri bazı sosyal guruplar belirli hayvanların etini yemezler. Gıda katkıları ve bunların muhtemel maddi manevi zararlarının belirlenmesi, sağlığa zararlı ve inançlara ters oldukları belirlenen bu katkılardan sakınma yollarının ortaya konması gerekir. Bu konuda gıda etiketleri çok önemli bir görev üstlenir. Etiketlerdeki bilgilerin aksi ispat edilinceye kadar doğru kabul edilmesi esastır. Fakat bazı etiketlerin biraz daha ayrıntı içermesi önerilebilir. Örneğin hayvan kaynaklı maddelerde hayvanın cinsi ve kesilme özellikleri zikredilebilir. Özellikle yağ asitleri ve aminoasit içeriklerinde kaynak ve muamele özellikleri açıklanmamış ise ortada aydınlanması gerekli unsurlar vardır."

Gıdalarda kullanılan katkı maddelerinin sayısının binlerle ifade edildiğini belirten Doğruyol, bunlara her yıl yüzlercesinin daha eklendiğini bildirdi. Doğruyol, bunların içinde AB standardına uygun olduğuna karar verilmiş ve 'E' kodu almış olanlarının sayısının 320'ye ulaştığını açıkladı. Gerek bu maddeler ve gerekse henüz standard içine alınmamış veya yeni üretilmiş binlerce maddenin 'E' kodu alabilmek için inceleme sırasını beklediğine işaret eden Hasan Doğruyol, önceden standarda girmiş maddelerin yeni ortaya çıkmış sakıncalı durumlar karşısında yeniden değerlendirilip standarttan çıkarıldığını sözlerine ekledi.

KATKI MADDELERİYLE İLGİLİ BAZI ÖNERİLER

Gıdaları sadece süslemek için kullanılan boya maddelerinin kullanımı en az düzeyde tutulmalıdır.

Bebek ve küçük çocukların gıdalarında asla katkı maddesi bulundurulmamalıdır.

Çocuk ve gençler, sağlığa zararlı katkı maddeleri içeren gıda maddelerinden uzak tutulmalıdır.

Çocuklara sağlıklı olmayan beslenme alışkanlığı kazandıran her türlü reklâma sınırlama getirilmelidir.

Astım, alerji ve hiper aktivite belirtileri olan çocuk ve gençler, özellikle renklendiriciler(colouring), bozulmayı önleyiciler (koruyucular) ve sabit tutuculardan (stabilizör) uzak tutulmalıdır.

Anne adayları kanserojenik, mutajenik ve teratojenik etkiye sahip katkı maddelerinden şiddetle uzak durmalıdır. Bu maddeleri içeren gıdaların etiketlerinde bu durum kolayca göze çarpacak tarzda belirtilmelidir.

Besin değeri olmayan gıdalara özendirme yapılmamalıdır.

Okullarda çocuklara hazır ve işlenmiş gıdalar içeren ürünler verilmemelidir.

Çeşitli imkânlar kullanılarak iyi beslenmenin yararları hakkında kamuoyu aydınlatılmalıdır.

Katkı maddesi olarak kabul edilmeyen ve bu bakımdan etiketlerde gösterilme mecburiyeti olmayan bazı maddeler de katkı maddeleri listesine alınmalıdır.

Hiperaktivite tanısı almış çocukların gıdalarından katkı maddeleri derhal çekilmelidir.

Özellikle astım, alerji, kalp hastalığı, hipertansiyon, damar sertliği, mide-barsak rahatsızlığı olan yetişkinler, bu rahatsızlıklarını alevlendiren gıdalara karşı sergiledikleri tavrın aynısını gıda katkılarına karşı da sergilemelidir.

Genleriyle oynanmış besin ve katkı maddeleri yeni ve büyük bir küresel kirlenme türü olarak bütün canlı nesillerini tehdit etmektedir. Bunlarla ilgili olarak halk bilgilendirilmeli ve kısıtlamalar getirilmelidir.

Gıdalardaki katkı maddeleri, gıdalar hakkındaki dini-kültürel hükümlerde belirleyici olabilirler. Bu bakımdan tüketicilerin bu konuda gösterdikleri hassasiyete saygı gösterip, gıda seçimlerinde onlara yardımcı olmak için gıda etiketlerinde yeterli açıklamalara yer verilmelidir.

Bütün bu önerilerin geçerlilik kazanması için öncelikle gıda etiketlerini tanımak gerekir. Ayrıca, katkı maddelerinin nelerden ibaret olduklarını, kaynaklarını, erime özelliklerini, zararlı etkilerini de bilmek zorundayız. Bunları bilmekle belki bir ölçüde kendimizi bu maddelerin zararlarından koruyabiliriz.
CHA

ABUR CUBUR YİYECEKLER BAĞIMLILIK YAPIYOR

ABD’nin Florida eyaletindeki Scripps Enstitüsü bilim insanları, deney hayvanları üzerinde yaptıkları testlerde, hamburger, kızarmış patates ve kek gibi çok kalorili abur cubur yiyeceklerin bağımlılık yaptığını ortaya çıkardı.

Acıya rağmen devam

Deney hayvanlarını üç gruba ayıran bilim insanları, istedikleri kadar abur cubur yiyenlerin hızla kilo aldığını, beyin devrelerinin de sigara ve uyuşturucu bağımlılarındaki gibi zayıfladığını gözlemledi. Ayrıca bu fareler abur cubur kesildikten sonraki iki hafta normal gıda yemeyi reddetti. Abur cubur yerken acı hissetmeleri sağlanan obez deney hayvanlarının acıya rağmen yemeye devam ettikleri de görüldü.

3 Aralık 2010 Cuma

MSG YİYECEKLERDEKİ BÜYÜK TEHLİKE

MSG NEDİR?...

MSG adında bir yiyecek katkı maddesi var. MONO SODYUM GLUTAMAT  Yiyeceklere katıldığında, o yiyeceğin tadının beyin tarafından güzel Olarak algılanmasını sağlıyor. Tatlı, tuzlu, acı fark etmiyor. Hangi yiyeceğe katılırsa lezzetliymiş gibi geliyor. O yüzden gıda üreticilerinin birçoğu MSG'yi karlı olduğu için kullanıyorlar.
MSG ZARARLI MI? Buna okuduktan sonra siz karar verin.
Bu madde Nörotoksin. Sinir hücrelerine zarar veriyor. Merkezi sinir sistemi tahribatı ve
buna bağlı olarak ALZHEİMER, PARKİNSON, HUNTİNGTON hastalıkları, SARA (Epilepsi) Retinal dejenerasyon  (Göz retina tabakası hasarı) Yağ birikimi, doyma mekanizmasında bozukluk, obezite. Büyüme hormonu baskılanması. Pankreas hasarı, insülinde  artış, ve buna bağlı diyabet. Böbrek ve karaciğerde ciddi hasarlar. Bu madde hamilelerde plasenta
bariyerini geçebiliyor, anne karnındaki bebek de aynı tahribatlara maruz kalıyor.
Özellikle çocuklarımızın hatta büyüklerin de çok severek yediği
CİPS'lerde çok kullanılmakta. Hazır köfte harçları, Et suyu tabletleri, Hazır çorbalar, Dondurmalar, renkli yoğurtlar ve benzeri bir çok üründe var.Şimdi diyeceksiniz ki, Madem bunca zararı var.
 Neden kullanıyorlar?.

Küreselleşen dünyada, ticaret de küreselleşti. Küresel ticaret devleri insaf, merhamet gibi duygularla asla çalışmaz. Onların amacı çok kar etmek, çok daha büyümektir. Bu mamuller, al benisi olan renklerde ve janjanlı ambalajlarda sunulur. Televizyon, gazete ve duvar reklamlarında onlara sıkça rastlarsınız. Sadece maddesel tadıyla değil, görsel yollar ile de beyinlerimize kazınır adeta. Basit bir hesap yaparsak, ucuz zannedilen bu ürünleri çok pahalıya tükettiğimizi görürüz. Mesela Cips. Semt pazarlarında 3 kg .  patatesi 1 TL ye alabilirsiniz. Oysa ki 50 gram CİPS 1 liradır. Yani 1 kg . Cipsi, 20 ytl. den tükettiğimizin farkında bile değiliz. Olumsuz etkileri de cabası. bu mamulleri üretenler  Kendi ürettiklerini asla yemezler, içmezler. Onların gıdaları organik ve doğaldır.

Gelelim genel sağlık boyutuna; Son 25 yıla dikkatle göz atacak olursak, çocuk yaşta diyaliz cihazına bağlı yaşamaya mahkum edilenler, çok küçük yaşta şeker hastalığı ile tanışan çocuklar, obez çocuklar, asabi çocuklar, 9-10 yaşında buluğ çağına girenler, çeşitli nedenlerle engelli doğanlar ve bu sayının ülke nüfusunun % 12'sine çıkması ve benzerleri.Ve sizlerinde aklınıza gelebilen yeni hastalıklar. Hastalıkları üretenler, ilaçlarını da ihmal etmediler. Bu da madalyonun diğer karlı yüzüdür. Karbondioksitli meşrubatlardan, sakıncalı hazır gıdalara varana kadar birçok yerde çeşitli uyarılar yazıldı, çizildi. Durumun ciddiyetini anlayabilenimiz var mı? Bu sorunun cevabı, tüketim miktarıdır. Şimdiki eğitim sistemimiz endüstri, tarım, genel kültür alanında yetersiz kaldığından, yeni nesiller tehlikenin farkında değildirler. Her yıl eskiyen, yaşam kaynakları azalan, küresel ısınma ile kuraklık tehlikesi yaklaşan bir dünyada, yaşadığımızı asla unutmamalıyız.
Bu nedenle, hazır yiyeceklerden uzak durmamız gerekiyor!!!
Doğal ve Gerçek Gıda tercih edilmelidir.
Prof. Dr. Canan Karatay

2 Aralık 2010 Perşembe

İYİ VE KÖTÜ YAĞLAR HANGİLERİDİR?

Konumuza öncelikle KÖTÜ YAĞLARDAN başlamak istiyorum:

Daha önce de bahsetmiş olduğumuz gibi en zararlı yağlar ki, katı hayvansal yağlardan daha zararlı olduğu, 2002 yılında Amerikan Kalp Derneği tarafından da bildirmiştir, ‘TRANS-FATTY ACİDS’ yani, TRANS-YAĞLAR denilen, doğallıklarını kaybetmiş, gıdalarla vücudumuza girdiklerinde hiç bir fonksiyonu olmayan BOZULMUŞ yağlardır. TRANS-YAĞLAR, bütün yarı katılaştırılmış bitkisel yağlarda çok miktarda bulunur. Çoklu doymamış olan bitkisel yağlar çok çabuk bozulabildiklerinden dolayı, yüksek ısı ve yüksek basınç altında hidrojenizasyona uğratılarak, tam ya da yarı katılaştırılmakta, böylece çabuk bozulmaları önlenerek raf ömürleri uzatılmaktadır. Hidrojenasyon sırasında çeşitli kimyasal işlemlerden geçirilen bitkisel sıvı yağların doymamış olan Karbon atomlarına, yüksek ısı ve yüksek basınç altında, Nickel Kadmiyum (nickel kanserojendir) eşliğinde Hidrojen atomları eklenerek, katı yağ haline dönüştürülmektedir. Bu işlemler sırasında doğal olan bitkisel yağlarda bulunan faydalı ESANSİYEL YAĞ ASİDLERİ ve ancak yağda eriyen A,D,E,K, vitaminleri de yok olmaktadır. Sonuç olarak, sağlıklı sanarak tükettiğimiz, tam katılaştırılmış ya da yarı katılaştırılmış yağ olarak fazla miktarda TRANS-YAĞLARLA vücudumuza girmektedir. TRANS-YAĞLAR başka şekilde de meydana gelirler. Yemeklerin hazırlanması ve pişirilmesi sırasında, ve bütün hazır yiyecek ve gıdaların hazırlanışı sırasında da TRANS-YAĞLAR oluşmakta ve farkında olmaksızın yediklerimizle vücudumuza oldukça fazla miktarda girerek hücre zarlarını işgal etmektedir. Bitkisel yağlarda bir çok doymamış karbon atomu bulunduğundan dolayı, dayanıksız olduklarını ve çok çabuk bozulduklarını bildirmiştik. Yemeklerin pişirilmeleri sırasında da, yüksek ısıda, ya sa kızartma, yanma sırasında da TRANS-YAĞLAR meydan gelmektedir. Ayrıca, sıvı yağlar uzun süre güneş ışığı altında ya da açık havada uzun süre kaldıkları zaman oksidasyon sonucu OKSİDE YAĞ ASİDLERİ meydana gelir. OKSİDE YAĞ ASİDLERİ de, fazla miktarda serbest oksijen radikallerinin oluşumuna neden olurlar ve sıvı yağları kanserojen ve aterojen yağlar haline dönüştürürler.

TRANS-YAĞLARIN formülleri, ESANSİYEL YAĞ ASİDLERİNİN formülüne benzedikleri için, hücre zarlarında onların yerini alır ve onların hücre zarlarına girmelerini önlerler. Vücudumuza giren TRANS-YAĞLAR, hücre zarlarına yerleşir ve hücre zarının normal fonksiyonunu engelliyerek, hücrelerimizin ve organlarımızın giderek sağlıklarını kaybetmelerine neden olurlar. Örnek verecek olursak; Karbon monoksidin kırmızı kan hücrelerinde hemoglobiline bağlandığında, gerekli oksijenin bağlanmasını önlediğ gibi, ya da bir anahtar deliğinde kırılmış kalmış bir anahtar parçasının, asıl anahtarın fonksiyonunu önlediği gibi, TRANS-YAĞLAR DA, hücre zarına yerleşerek, faydalı ve gerekli olan ESANSİYEL YAĞ ASİDLERİNİN, hücre zarlarına yerleşmelerini önlerler. TRANS-YAĞLARIN hiç bir fonksiyonu bulunmadığı gibi, hücre zarlarını sertleştirdikleri ve hücrelerin esnekliklerini kaybetmelerine neden oldukları gösterilmiştir. Ek olarak TRANS-YAĞLAR, vücudumuzda fazla miktarda serbest oksijen radikallerin oluşmasına da neden olurlar.

SONUÇ OLARAK:

A: Zararlı yağlar, DÜŞÜK DÜZEY İNFLAMASYONU ve DEJENERATİF HASTALIKLARI başlatan ve SERBEST OKSİJEN RADİKALLERİ üreten yağlardır.

ZARARLI YAĞLAR:
1. TRANS-YAĞLAR,
2. Hidrojenize olmuş YAĞLAR,

3. Okside olmuş YAĞLARDIR.

B: Bütün yağlar zararlı değilldir. İYİ YAĞLAR ve SAĞLIKLI YAĞLAR DA vardır. Sağlıklı doğmamıza, sağlıklı büyümemize, sağlıklı yaşamamıza, sağlıklı hayatta kalmamıza neden olan YAĞLAR DA vardır. Sağlıklı yağların, sağlıklı bir şekilde, mutlaka tüketilmesi GEREKMEKTEDİR.
Prof. Dr. Canan KARATAY

DİŞ MACUNUNDAKİ TEHLİKE

Diş macunları ve sabunlarda kullanılan kimyasal maddeler anne adayları için çok tehlikeli.
Florida Üniversitesi'nde yapılan araştırmaya göre Türkiye'de de satılan birçok ünlü diş macunu markasında ve sabunun içinde bulunan triclosan maddesi anne karnındaki bebeğe zarar veriyor. Bugün'deki habere göre, Profesör Margaret James, ıslak mendillerde de bulunan bu maddenin anne karnındaki bebeğin yeterli oksijeni almasına engel olduğunu ve bunun da bebeklerin beyinlerinde hasara neden olduğunu söyledi.

Daha önce yapılan araştırmalarda triclosanın laboratuvar hayvanlarında karaciğer hasarına neden olduğu belirlenmişti.