30 Kasım 2010 Salı

KANSER VE PLASTİKLER

Ölümcül palstikler haberimizden sonra
http://gercekgida.blogspot.com/2010/11/olumcul-plastikler.html

Avrupa'da biberon yasağının gelmesi
http://gercekgida.blogspot.com/2010/11/biberona-yasak-geldi.html

oldukça önemli bir gelişme...

Gerçek Gıda İnisiyatifi olarak diyoruz ki;
plastikten mutlaka vazgeçin, mutfağınıza sokmayın,
çünkü plastik her yerde zehirdir,
plastik bardaklar, kaplar, plastik herhangi bir şey...

26 Kasım 2010 Cuma

ANTİK ÇAĞDA NEDEN KANSER YOKTU?

SÖYLEŞİ

Binlerce yıl öncesi ile günümüz arasında köprü kuran mumyalar, son olarak kanser uzmanlarının merceği altındaydı. Ortaya çıkan sonuç, hayli ilginç.
Çağın en ön sırada yer alan ölüm sebeplerinden biri olmasına karşın, mumyalanmış Mısırlılarda kansere çok nadir rastlanıyor.
Acaba kanseri günümüzde bu kadar sık kılan, modern hayata eşlik eden çevre kirliliği, beslenme biçimi, ve hareketsiz yaşam tarzı mı?
Manchester Üniversitesi'nin Antik Mısır çalışmaları bölümünde biyotıp uzmanı Profesör Rosalie David'le konuştuk.
BBC TÜRKÇE SERVİSİ

http://www.bbc.co.uk/turkce/multimedya/2010/10/101015_cancer_mummies_audio.shtml

BİBERONA YASAK GELDİ

Avrupa'da biberonlarda Bisfenol A kullanımına yasak

Avrupa Komisyonu, biberonlarda plastiği sertleştirmek için kullanılan "Bisfenol A" maddesini yasakladı.
Gelecek yıldan itibaren uygulanacak yasağa göre BPA olarak da bilinen söz konusu madde, bebeklerin bağışıklık ve gelişim sistemini etkileyebiliyor, tümör gelişimine sebep olabiliyor.
Söz konusu maddeyi ilk yasaklayan Eylül ayında Kanada olmuştu.
Bisfenol A maddesinin sıcakla birleştiğinde kansere neden olduğu yolunda bilgiler gündeme gelince Kanada hükümeti, bu tür biberonların satışlarını yasaklamıştı.
Sağlığa zarar
BPA'nın kullanımı konusunda bir süredir kaygılar gündemdeydi, ABD'de altı üretici firma Amerikan pazarında sattıkları ürünlerde BPA maddesini kullanmayı bırakmıştı.
Ancak diğer pazarlarda hala Bisfenol A içeren ürünler satılıyordu.
Bisfenol A maddesi, plastik biberon, su bidonları ve daha birçok şeffaf plastik malzemede kullanılıyor.
Biberonlar, sert-sağlam su ve gıda kapları ve benzeri mutfak malzemelerinde de bulunuyor.
Avrupa Parlamentosu, Bisfenol A maddesinin yasaklanması için Haziran ayında çağrıda bulunmuştu.
Buna göre Avrupa Birliği üyesi ülkelerde Bisfenol A içeren biberon üretimi, gelecek yılın Mart ayından itibaren durdurulacak, satışı ve ihracatına da gelecek Haziran ayından itibaren tamamen son verilecek.
Türkiye'de Sağlık Bakanlığı, Temmuz ayında yaptığı açıklamada Bisfenol A maddesine ilişkin bilimsel verilerin, vatandaşların endişe etmelerini gerektirecek bir durum olmadığını gösterdiğini bildirmişti.
Bakanlık, Avrupa Birliği standartlarına uyulduğunu ve Bisfenol A ve benzeri maddelerle ilgili konuların 2005 yılında kurulan 'Ulusal Kanser Danışma Kurulu' tarafından Avrupa Gıda Güvenliği Ajansı ve Amerikan FDA gibi uluslararası örgütlerle işbirliği içinde yakından takip edildiğini' vurgulamıştı.
 26/11/2010 - BBC TÜRKÇE

25 Kasım 2010 Perşembe

GIDA ENDÜSTRİSİ VE KATKI MADDELERİ SORUNU

Gıda endüstrisinde 80 bin çeşit katkı maddesi kullanılıyor.                
Ancak bunların henüz binde biri bile bilinmiyor...
Gıda endüstrisinde 80 bin çeşit katkı maddesi kullanılmasına rağmen bunların henüz binde biri hakkında bile yeterli bilimsel araştırmanın yapılamamış olması, 'nitelikli kayıtdışı'nı gündeme getirdi
Metabolizma hastalıklarının artışı, 'nitelikli kayıtdışı' endişesini körüklüyor. 13 yılda şeker hastalığı görülme sıklığının ise yüzde 90 yükselmesi, yetkilileri mevzuatın düzenleyici değil, önleyici nitelikte olması gerçeğinde birleştirdi
Türkiye'de 13 yıl aradan sonra ikincisi yapılan Diyabet, Hipertansiyon, Obezite ve Endokrinolojik Hastalıklar Prevalans Çalışması'nın (TURDEP) ikincisine göre Türk insanının kilosu arttı, bel ve kalça çevresi genişledi. Diyabet (Şeker) hastalığı görülme sıklığı ise 13 yılda yüzde 90 arttı. Yani toplum hızla obez oluyor, eskiden yaşlılık hastalığı olarak bilinen şeker, daha çocuk denecek yaşlarda görülüyor.
BİLİNMEYEN 80 BİN KATKI
Yaşam tarzının da etkisi olabilecek bu sonuçlar, dikkatleri yediklerimize ve içtiklerimize çevirmemize neden oluyor. Çünkü Biyolog Hamit Akçay'a göre şu anda raflardaki ürünlerde 80 bin çeşit katkı maddesi kullanılıyor. Ancak bunların henüz binde biri hakkında bile yeteri kadar bilimsel araştırma yapılabilmiş değil.
GIDADA İNOVATİF GİZLEME
Gıda konusunda gündeme gelen hilelerin inovatif ürünlerdekine göre masum kalacağını vurgulayan Hamit Akçay, bunun gerekçesini şöyle açıkladı: "Kaşara her şey katılıyor. Patates karışımı masum bir şey. En çok atık ürünlerin katılmasıdır. Onun dışında protein denen ürünler var. Gıda ürünlerindeki temel felsefe, bir şeyi önce özünden kopar, ana formundan çıkar, başka bir şekle sok. Sonra bunu mamül hale getir. Çünkü böyle bir durumda yaptığınız müdahaleleri insanlar anlayamayacak duruma geliyor. Siz istediğiniz kârlılığı yapabilirsiniz."
BÖYLE TİCARİ SIR OLAMAZ
Özellikle gıda konusunda hiçbir ticari sırrın tüketici sağlığından daha önemli olamayacağına dikkat çeken Kemal Yamankaradeniz, bu konuda Tarım Ve Köyişleri Bakanlığı'nın daha proaktif hareket etmesi gerektiğini anlattı. Et ithalatında yapılan spekülasyonların tezini haklı çıkardığını anlatan Kemal Yamankaradeniz, "Aslında Tarım Bakanlığı'nın daha çok teknik alt detayı olan bilgileri tüketicilerle paylaşmalı. Sonuçta ülkemize giren ürünler, içindeki hem kimyasallar hem katkı maddeleri açısından ne derece insan sağlığına yararlıdır ya da zararlıdır? Bu konuda net bilgilere sahip değiliz" diye konuştu.
İngiliz modeli mercek altında
Türkiye Perakendeciler Federasyonu (TPF), raflarda güvenliği sağlamak için hummalı bir çalışma yürütüyor. Son zamanlarda güvenliği her toplantının ilk gündem maddesi yapan TPF'nin sektörde ortak bir çözüm arayışına girdiği belirtildi. Bu kapsamdan olmak üzere İngiltere'deki BRC (British Retail Consortium - Birleşik Perakende Konsorsiyomu) modelini de incelettiği bilgisi edinildi.
Harekete geçmek için illa birilerinin ölmesi mi gerekiyor
Coca-Cola'nın içeriğini öğrenmek için Türkiye'de ilk defa 2006 yılında açılan davanın hayal kırıklığıyla sonuçlandığı ortaya çıktı. KİRADER Başkanı Ali Ulvi Büyüknohutçu, Antalya Tüketici Mahkemesi'ne açılan davada görevsizlik kararı verildiğini belirterek bunun ne anlama geldiği hakkında şu açıklamayı yaptı: "Tüketici mahkemesi bunu araştırmakla görevli değildir. Yani tüketicinin somut bir zarar görüp, ağrıyıp-sızlayıp-hastalanıp gelmeli ki siz dava açabilirsiniz' dendi."
NE OLDUĞU ANLAŞILAMADI
Ali Ulvi Büyüknohutçu, dava gerekçeleri hakkında şunları kaydetti: "Biz Coca-Cola'nın ne olduğunu anlayalım diye dava açmıştık. Konumuz şuydu: Türk Kodeks Yasası'na göre ambalajlı ürünlerin tümünün üzerinde içerik tam ve anlaşılabilir biçimde yer almalıdır. Coca-Cola ve benzeri gazlı içecekler diyor ki, 'Şu şu şu var, bir de -Coca-Cola özütü- var.' Biz de diyoruz ki doğada 'Coca-Cola özütü' diye bir bitki, doğal kaynak göster. Öyle bir şey yok. O zaman bu neyin bileşimi? Bunu açık yazmazsan Türk Gıda Kodeksi'ne göre aykırı hareket ediyorsun."
ZARARI ORTAYA ÇIKAR
"Bu durumda da bu ürünlerin toplatılıp yasaklanması gerekir" diyen Ali Ulvi Büyüknohutçu, şöyle devam etti: "Bizim iddiamız bu... Coca-Cola özütü içinde neyin kaç gram olduğu açıklanırsa zararı var mı yok mu ortaya çıkacak. Daha doğrusu bizim iddiamız: Zararlı olduğu ortaya çıkacak."
İHBAR KABUL EDİLMELİYDİ
Dava düştüğü için 600 lira mahkeme masrafı ödemek durumunda kaldıklarını dile getiren Ali Ulvi Büyüknohutçu, "Söz konusu testleri yapabilecek Türkiye'de sadece 6 laboratuvar var. Bunlara da bir bardak suyu bile tahlil ettirmenin parası, Türkiye'deki STK'ların bütçelerinin çok üzerinde. Yani STK olarak bizim böyle bir kaynağımız yok" dedi. Dosyanın kapandığını, ancak kapanış biçimini doğru bulmadıklarını vurgulayan Büyüknohutçu, şöyle devam etti: "Aslında bu davayı ihbar kabul edip devletin ilgili kurumlarının tahlil etmesi lazım. Çünkü bir şeyin toplanması için o üründen illa birisinin ölmesi mi lazım? Uzun yıllar bekleyip birkaçkişinin ölmesini mi beklemek gerek? Bilim bunu tespit eder, yasaklar, normali budur."
MEVZUAT ÖNLEYİCİ OLMALI
Mevcut mevzuatın düzenleyici bir nitelik taşıdığına dikkat çeken Ali Ulvi Büyüknohutçu, yaşanan deneyimlerin bunun yetersizliğini ortaya çıkardığını vurguladı. Büyüknohutçu'ya göre mevzuat önleyici bir karaktere kavuşturulmalı.
Çocukları cola ve cipsten koruyun!
Dünyada gelişen hassasiyetlere uygun olarak Türkiye'de de son yıllarda cola ve cips gibi ürünlerin okul kantinlerinde satışına kısıtlama getirildi. Çocuklarıobeziteve diyabet gibi hastalıklardan korumak amacıyla hayata geçirilen uygulamaya göre ilköğretim okullarında okul yönetimleri ve ailelerin talebi olmadığı sürece okullarda şekerli içeceklerinin satılmasına izin verilmiyor. Ancak okulların hemen önündeki büfe ve bakkallardan satışın serbest olması, sözkonusu uygulamanın etkiliğini sorgulatıyor. Nazlı Gıda Yönetim Kurulu Üyesi Nihat Kurt, bu çelişkiye dikkat çekmek ve öğrencilerle velileri bilinçlendirmek için tiyatro etkinlikleri yapacaklarını açıkladı.
Kimyasallara karşı erken uyarı sistemi: RAPEX
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, AB'deki gibi gıda dışı ürünlerde erken uyarı sistemi olarak tanımlanan RAPEX kapsamında da denetimler yapıyor. Böylelikle AB çapında özellikle kimyasal ürünlerde 'Kara liste' olarak tanımlanan RAPEX sistemineTürkiyede dahil olmuş oldu. Buna göre AB üyesi herhangi bir ülkede tehlikeli bir ürün tespit edildiğinde o ürün ve üreticisi hemen RAPEX sistemindeki listeye alınıyor ve diğer ülkeler uyarılıyor.
İşte Türkiye'de de özellikle kimyasal ürünlerde gerek AB'den bildirimi yapılan gerekse gümrüklerden bildirilen tehlikeli ürünlerin denetimini gerçekleştiriliyor. Bu yöntemin Türkiye'de Reach mevzuatına geçiş için hazırlık niteliği taşıdığı belirtiliyor. Bilindiği üzere AB Reach mevzuatı ile sınırlarından giren kimyasalları denetliyor. 2011 martından sonra kademeli olarak Türkiye'nin de Reach kriterlerini uygulamaya geçeceği kaydediliyor.
Gıda Güvenliği  sitesinden alınmıştır

24 Kasım 2010 Çarşamba

COCA COLA ZERO VE ASPARTAM...

Ülkemizde bir süredir büyük reklam bütçeleriyle satışa sunulan ''Sıfır şeker'' sloganıyla Coca Cola firmasının yeni ürünü ''Coca Cola Zero'' piyasaya çıktığından beri dikkat çekiyor.Kolanın kendisi sağlığa zararlı yenisi daha mı sağlıklı? Ya da yeni bir bir satış tekniği mi?
 İnternet araması sonucunda aslında bu ürünün aslında yeni olmadığı anlaşılıyor.Yaklaşık 22 yıldır dünyanın hemen her yerinde ''light'' kelimesini kendine yakıştıramayan genç erkek tüketiciler için piyasaya sürülmüş bir ürün olduğu anlaşılıyor.
Amerika'da yapılan araştırmalarda ürünü ''sıfır şeker'' diyerek satışa sunmak ''diyet kola'' ibaresinden daha etkili olduğu ortaya çıkıyor.
 İlginç olan noktası ise Cola Zeronun içeriğindeki maddelerin küçük farklarla ülkeden ülkeye değişmesi.
Örneğin soda, aspartam ,kafein, fosforik asit,asesülfam potasyum standart içeriği. Bunun yanı sıra sodyum benzoat,potasyum sitrat, sodyum siklomat bazı ülkelerin ürünlerinde mevcutken bazılarda mevcut değil.
Başlıkta da belirttiğim gibi asıl sorunlardan biriside Aspartam adlı madde. İlginç olan ise bu maddenin bir zamanlar Pentagonun kimyasal savaş maddeleri arasında yer alması. Bu madde şekerden 180- 200 kat daha tatlı olduğu için meyvalı yoğurtlar, dondurulmuş tatlılar, sakızlar, nanelli şekerlerden, ilaçlara hepsinde mevcut.
 Bağımsız bilim adamlarının araştırmalarına göre sinir sistemi üzerinde ciddi etkileri mevcut. Oran öyle yüksek ki sinir sistemi hücrelerini öldürmesi basit bir iş.
 Bilim adamlarının aspartam içeren maddeler tükettiğimizde ortaya çıkan hastalıklarda özelliklede Beyin tümörü, Parkinson, Sara, Alzheimer, Zeka geriliği, Lenfoma, Şeker hastalığı.
 Benim anladığım bize keyif veren her maddenin,eğlencenin arkasında ise farklı sebeplerin yatması. Buna televizyon,rahat tüketim adı altında satılan konserve ürünler, cips, kola ,donmuş gıdalar.. hemen hepsinde sanki farkıl amaçlarla üretilmiş kimyasal silahlar gibi gelmeye başladı. Bu benim yorumum.
Tüketimi de talebide size kalmış..

Müge Gülşah Ercan
Kaynak:Vikipedia, Bilimart

COLA

İç ve Kalp Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay, Cola'nın zararları hakkında ilginç açıklamalarda bulundu. http://www.barsakforum.com sitesine yazı gönderen Prof. Dr. Karatay, 'kola içince vücudunuzda neler olduğunun farkında mısınız?' diyerek aşağıdaki açıklamayı yaptı:

1. İlk 10 dakikada: Kanınıza hemen 10 çay kaşığı kadar şeker girer. Bu normal günlük dozun 100 katı kadardır. Bulantınızın olmamasının nedeni içinde bulunan 'fosforik asiddir'.

2. İlk 20 dakikada: Kan şekeriniz aşırı şekilde yükselir. Bunun sonucu pankreasınızda aşırı derecede insülin salgılanır ve kan şekerinin fazlası karaciğerde yağ olarak depolanmaya başlar.

3. 40 dakika içinde: Kafeinin tamamı dolaşıma girmiş olur. Kan basıncı yükselir, karaciğerden daha fazla şeker yapılarak kana geçer ve kan şekeri tekrar yükselir.

4. 45 dakika içinde: Beyinde dopamin yapımı artar, mutluluk hissi başlar (eroinin etkisine benzer bir etki meydana gelir.)

5. 60 dakika içinde: Ani açlık hissi oluşur.

6. Tekrar kolaya ve tatlılara saldırısınız.

7. Bu kısır döngü devam ettiği süre karaciğer ve göbek yağlanması artar, vücudun tüm hücrelerinde LEPTİN ve İNSÜLİN DİRENCİ gelişir.

8. Şişmanlık hastalığını başlatmıştır ve bütün dejeneratif hastalıkların nedenidir.
AYRICA,
Amerikan Tabipler Birliği'nin Çocuk Sağlığı Dergisi'nde kolalı içecek alışkanlığının lise öğrencisi kızlarda kemik kırıkları sıklığını 3 kat arttırdığını gösteren bir araştırma yayımlandı. Daha önce benzer yazılar yayımlayan bu araştırmacı, kolalı içecekler içindeki yüksek miktardaki fosforun kan fosforunu yükselterek kemiklerden kalsiyum kemiren paratiroid hormonu düzeyini arttırdığını ve bir süre sonra kalsiyumu azalan kemiklerin sağlamlıklarını yitirdiklerini öne sürdü.
 Bunların dışında kolalı içeceklerin böbreklerden kalsiyum atılımını arttırdıkları, mide mukoza hücre döngüsünü bozduğu, diş çürüklerini belirgin bir şekilde arttırdığı, aşırı içilmesinin kas hastalığına (hipokalemik miyopati) neden olduğunu gösteren raporlar yayımlandı.

23 Kasım 2010 Salı

ÖLÜMCÜL PLASTİKLER

Bir dahaki sefer su satın alırken evinize gelen plastik damacananın altına dikkatlice bakın.
Bunu gıda için üretilmiş tüm ambalaj malzemeleri için uygulayabilirsiniz

Eğer damacananın altında üçgen geri dönüşüm logosu  içinde 3 veya 7 rakamını görüyorsanız bu damacanalar sağlığınız açısından tehlike yaratıyor anlamına geliyor.

Bu geri dönüşüm işareti, damacananın yüksek oranda kimyasal madde içerdiğini gösteriyor. Özellikle de vücuda iki kat daha fazla zarar veren 'biesphenol A' nın yüksek olduğunu gösteriyor. BPA olarak da bilinen 'biesphenol A' kalp sağlığınızı bozuyor ve diabet riskini iki kat arttırıyor.

ABD'deki Peninsula Tıp Fakültesi'nde yapılan araştırmalar, BPA'ların karaciğer rahatsızlıklarıyla da bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor.

İngiltere Gıda Standartları Enstitüsü'nün açıklamasına göre gün  içinde almış olduğunuz BPA miktarının vücut ağırlığınızla dengeli bir uyum< B>  içinde olması gerekiyor. Sahip olduğunuz kilo başına günde 50 mikrogram kimyasal madde 'normal değer' olarak kabul ediliyor. Yani eğer vücut ağırlığınız 60 kilogram ise gün  içinde alabileceğiniz en üst limitin 3000 mikrogram olması gerekiyor. Bu rakamın üstüne çıktığınız anda kalp, diabet ve karaciğer riskiniz iki kat artıyor.

Yüksek kolesterol, kan şekeri düzensizliği, yüksek kan basıncı, kanser ve nörolojik problemlerle de bağlantılı olduğu düşünülen BPA'nın vücuda zararı araştırılmaya devam ediliyor.

Amerika'da sağlıklı insanlar üzerinde yapılan araştırmalarda altı yaş üstündeki her on kişiden dokuzunun risk taşıdığı ortaya çıktı. Çünkü gün  içinde kullandığınız birçok plastik malzeme BPA içeriyor. BPA kimyasal maddesi bebek biberonundan plastik şişelere kadar yüzlerce plastik malzemede bulunuyor. Konserve kutuları ve hatta CD'ler de buna dahil.

Eğer suyunuzu damacana veya şişeler  içinde alıyorsanız altındaki üçgen logonun  içinde "1" rakamı olmasına dikkat edin. Bu rakam damcananın BPA içermediğini gösteriyor.

TARIM İLACI MERCEK ALTINDA

Böbrek ve mesane kanserine yakalanma riskini arttıran endosüflan adlı maddenin zirai üretimde kullanıp kullanılmayacağı tartışılıyor.
Gezegen'in Geleceği adlı radyo programında Dr. Uygar Özesmi bu konuda şunları söyledi:
Kalıcı Organik Kirleticileri Gözden Geçirme Komitesi’nden 31 bilim adamı, İsviçre’nin Cenevre kentinde yapılan panelde, endosülfanlı tarım ilaçlarını ele aldı.
Panele ev sahipliği yapan BM Çevre Programı’nın sözcüsü Michael Stanley-Jones da zehirli kimyasallarla ilgili Stockholm Sözleşmesine imza atan ülkelerin, 2011 yılının Nisan ayında yapılacak toplantıda sözleşmenin tavsiyelerine uyup uymayacaklarına karar vereceklerini ifade etti.
Stanley-Jones, şimdiye kadar 60 kadar ülkenin endosülfanı yasakladığını, bu ülkeler arasında Stockholm Sözleşmesi’nin tarafı olmamasına rağmen ABD’nin de bulunduğunu vurguladı. Zirai üretimde kullanılması son derece zararlı olmasına rağmen bağcılıkta, salamura yapraklarda bu ilacın bileşenlerine yoğun olarak rastlanılıyor. Tarımda endosülfan kullanımı, böbrek ve mesane kanserine yakalanma riski artırıyor. Kaybolmayan ve toprakta biriken endosülfanın doğadan arınması uzun yıllar alıyor. Endosülfan sulama suyuna karıştırıldığı için bitkilerin köklerine, damarlarına, yapraklarına işliyor ve yıkamakla temizlenmiyor.
NTVMSNBC - 25 Ekim. 2010

SODA İÇENLER DİKKAT!!!

Soda içenler dikkat!
Kıbrıs'ın sağlığa zararlı olduğu gerekçesiyle bazı Türk sodalarının ithalatını yasaklamasının ardından ortaya çıkardığımız 'Soda rezaleti''ne son noktayı Sağlık Bakanlığı koydu.

Soda araştırmamızın ardından Sağlık Bakanlığı, halkın sağlığıyla oynayan maden suyu üreticilerinin belirlenmesi için harekete geçmişti. Bakanlık, 80 ilin Valiliğine yazıyla talimat göndererek, Türkiyede üretim yapan 20 maden suyu ve sodasının kaynağından numune alınarak tahlillerinin yapılmasını istedi. Ayrıca, bakanlığa bağlı ekipler de, piyasadan bu 20 maden suyu ve sodasından numuneler alarak, Halk Sağlığı Laboratuvarları ile İstanbul, İzmir ve Ankaradaki Hıfsıhsıhha merkezlerinde analizlerini yaptırdı. Bu 20 maden suyundan 16 sının analiz sonuçları belli oldu.

Hıfzıssıhha ve Halk Sağlığı Laboratuvarlarında gerek kaynağından alınan, gerekse piyasadan toplanan numunelerin yapılan analizlerin sonucunda, Sırma, Sarıkız, Efe, Beypazarı ve Özkaynakdan oluşan beş marka maden suyu ve sodasında nitrite rastlanmadı. Uludağ marka maden suyunun analizlerinde ise kaynağından alınan numuneler temiz çıkarken, piyasadan alınan numunelerinin birinde nitrit, diğerinde ise amonyak belirlendi. Kızılay, Askoop Kızılcahamam, Salihli, Kınık, Şifa, Çınar, Kula, Yıldız, Çamlık ve Kuzuluk maden sularında ise nitrit tespit edildi. Karakoca, Çaldağ, Erzincan ve Gökova marka maden sularının analiz sonuçları ise henüz belli olmadı.

Türk Gıda Maddeleri Tüzüğüne göre maden sularının kesinlikle nitrit ve amonyak içermemesi gerekiyor. Ancak Dünya Sağlık Teşkilatı ve Tarım Teşkilatının gıda kodekslerine uygun olarak Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca yeni bir kodeks hazırlanıyor.

Bu yeni kodekste maden suyu ve sodalarında 0.02 mg/lt oranında nitrite izin verilirken amonyağın yine hiç bulunmaması gerekiyor.

Hıfzıssıhha Laboratuvarlarının analiz ettiği ve sonuçları belli olan bu 16 maden suyu arasında Tarım Bakanlığı Laboratuvarı'nda yaptırdığımız ve nitrit içerdiği tespit edilen 11 markadan 8 i de bulunuyor. Bu sekiz markadan Askoop Kızılcahamam, Kınık, Salihli, Kızılay ve Yıldız marka maden suyunda Hıfzıssıhha Laboratuvarları da nitrit tespit etti. Uludağın piyasada satılan şişelerinde nitrit ve amonyağa rastlanırken, Özkaynak ve Sarıkız maden suları temiz çıktı. Piyasada satılmasına ve yaptırdığımız analizler sonucunda nitritli çıkmasına rağmen Çelik marka maden sularının analizleri ise Hıfzıssıhha Labaratuvarlarında bu firmanın faliyette bulunmadığı gerekçesiyle yapılmadı.

BAKANLIĞIN ANALİZ SONUÇLARI

İşte Hıfzıssıhha Laboratuvarlarında yapılan maden sularının analiz sonuçları:

SIRMA:
Hıfzıssıhha Laboratuvarlarında bu maden suyunun üç ayrı numunesi tahlil edildi. Üçünde de nitrite rastlanmadı.

SARIKIZ:
Biri kaynağından olmak üzere Sarıkız maden suyunun üç ayrı analiz yapıldı. Üçünde de nitrite rastlanmadı.

EFE:
Biri kaynağından, ikisi piyasadan olmak üzere Efe marka maden sularının üç ayrı analizi yapıldı. Analizlerin hiçbirinde nitrite rastlanmadı.

ÖZKAYNAK:
Biri kaynağından olmak üzere iki ayrı analiz yapıldı. İkisinde de Özkaynak maden suları temiz çıktı.

BEYPAZARI:
Bu maden suyunun kaynağından numune alınmadı, ancak piyasadan temin edilen iki ayrı numunesinin analiz sonuçları temiz çıktı.

ULUDAĞ:
Biri kaynağından olmak üzere üç ayrı analiz yapıldı. Kaynaktan alınan numunenin sonuçları temiz çıkarken, piyasadan alınanlarda birinde 1.67 oranında amonyak, diğerinde ise 0.008 nitrit tespit edildi.

ASKOOP KIZILCAHAMAM:
Biri kaynağından olmak üzere üç ayrı analiz yapıldı. Analizlerin sonucunda hepsinde nitrite rastlandı. Nitrit oranı 0.007 ile 0.057 arasında değişti.

KINIK:
Biri kaynağından olmak üzere üç ayrı numunenin analizi yapıldı. Hepsinde nitrite rastlandı. Nitrit oranları, 0.004 ile 0.1 arasında değişirken, bir numunede de 1.56 oranında amonyak tespit edildi.

SALİHLİ:
Biri kaynağından olmak üzere iki ayrı analiz yapıldı. İkisinde de 0.016 nitrit tespit edildi.

ŞİFA:
Biri kaynağından olmak üzere iki ayrı analiz yapıldı. İkisinde de 0.017 ile 0.019 arasında Nitrit tespit edildi.

ÇINAR:
İki ayrı numunenin analizi yapıldı. Kaynağından alınan numunede 0.06 nitrit bulunurken, piyasada satılanda 0.282 oranında amonyak tespit edildi.

KIZILAY:
Biri kaynağından olmak üzere iki analizi yapıldı. İkisinde de aşırı oranda nitrit saptandı. Kaynağından alınan numunede 1.5, piyasadan alınan numunede ise 2.66 oranında nitrit tespit edildi.

KULA:
Biri kaynağından diğeri piyasadan alınan numuneler analiz edildi. Her ikisinde de 0.198 nitrit tespit edildi.

YILDIZ:
Sadece piyasadan anınan örneği analiz yapıldı. Bunda da 0.013 oranında nitrit tespit edildi.

ÇAMLIK:
Sadece kaynağından alınan numunesi test edildi. Bunda da 0.5 nitrit bulundu.

KUZULUK:
Sadece kaynağından numune alındı. Bu numunede yapılan analizde de 0.06 oranında nitrit tespit edildi.

İçeceklerde nitrat ve nitritler tehlikeli mi?
Nitratlar 50 mg/l N03 yüksek oranda nitrat içeren suları içenlerde 6 ay’da ölüme yol açabilir. Ayrıca boğaz hastalıklarına ve kan hastalıklarına yol açabilir. Bebeklere kesinlikle nitratilı sular içirilmemelidir. Midelerinde nitrite indirgenerek mavihastalık denilen kan zehirlenmesine neden olur ve ölüme sebebiyet verir. Evsel ve endüstriyel kirlenmeden ve tarımda kullanılan gübrelerden kaynaklanır. Nitritler, nitratlara benzer etki gösterirler, ancak çok daha tehlikelidirler. Kan zehirlenmesine, kanda oksijen taşınmasını engelleyerek oksijensizlikten boğulmaya sebep olurlar. Kaynağını endüstriyel kirlenme ve gübreler oluşturur
28 Ekim 2010 Perşembe

22 Kasım 2010 Pazartesi

MUTFAĞINIZDAKİ CANAVAR, SOYA!!!

Bir liraya döner ayran olur mu?
Et fiyatları 40 TL'yi bulunca bazı et üreticileri maliyeti soya ile düşürmeye başladı. Fırsatçı üreticilerin et ürünlerine eklediği soya miktarı yüzde 80'e kadar çıktı.
Bir liraya döner ekmek, 4 TL’ye biri etli üç kap yemek... Et fiyatının 40 TL’yi bulduğu ortamda olur mu demeyin, oluyor... Çünkü yediğinizi sandığınız et değil, soya. Bir kilo karkas etin en düşük fiyatı 12 TL iken, GDO’suz yani en kaliteli soya kıymasının kilosu 4-4.5 TL. Bir kilo soya kıyması 3 litre su emdiği için kullanım fiyatı kiloda 50 kuruşa kadar düşüyor. 10 yıldır soya ithalatı yapan Doğalsan’ın sahibi Ufuk Ilgaz, et üreticilerinin maliyetlerini kısmak için soya alımını artırdığını belirtiyor ve “Biz GDO’suz sertifikalı soya sattığımız için yüzde 40 daha pahalıyız. Ancak bizim bile satışlarımız yüzde 20 arttı” diyor.
Et fiyatının yükselmesiyle birlikte özellikle merdivenaltı üretimde soya kullanımının arttığını vurgulayan Ilgaz, “Soya normalde etteki proteini artırıyor. Ama ürünün en fazla yüzde 20’si soya proteini olmalı. Ancak birçok üründe oran yüzde 80’e ulaşıyor. Böylece maliyetleri yüzde 50 azaltıyorlar” iddiasında bulunuyor.
Denetim yetersiz
Yüzde 19 oranındaki yağın alındığı soyanın da hayvan küspesi olarak satıldığını kaydeden Ilgaz, “Ancak hayvanların beslenmesinde kullanılan bu soya küspesini de et ya da et ürünlerine karıştırıyorlar. Böylece fiyat yüzde 40 azalıyor” diyor.
Sağlıklı Gıda Platformu Başkanı Hüseyin Bozdağ da, 1 kişilik 3 çeşit yemeğin fiyatının 4 TL’den 6 TL’ye çıktığını belirterek, “Üretici, maliyetleri düşürmek için bir takım operasyonlar yapmaya başladı. 400 bin tane gıda imalatı yapan firma var. Denetimler artırılmalı. Taksim’de 1 TL’ye ekmek arası döner ve ayran satılıyor” diyor. Makro Market Yönetim Kurulu Başkanı Şeref Songör ise, gıdada dejenerasyon yaşandığını, birçok ürünün içeriğinin etiketine uygun olmadığını ifade ediyor.

Gıda teröristleri neler yapıyor?
Et ve et ürünlerine soya küspesi ekleniyor.
Soya, etin yanı sıra cevize ve
una da karıştırılıyor. Böylece baklava ve ekmekte de kullanılıyor.
Bezelyenin kurusu öğütülüp
fıstık diye tatlılara konuluyor.
Tavukların boyun, taşlık, kanat ucu gibi ticari değeri olmayan her yeri kemikleriyle öğütülerek ‘mekanik kıyma’ olarak ete karıştırılıyor.
Kuşbaşı ete özel bir kimyasal
karışım suyla emdiriliyor.
Etten çıkan sinir, 40 derecede dondurulup öğütülüyor ve sinir unu olarak sosise ekleniyor.
Birçok peynir, peynir altı suyu tozundan artanla yapılıyor. Bu peynirin yanı sıra bisküvi, kraker ve kekte de kullanılıyor.
Kedi köpek için etten sıyrılan kemik artık pakette parayla satılıyor.

Soya ithalatı
1 milyar doları aştı
-Son 11 yılda Türkiye’ye 20 milyon tondan fazla GDO’lu ürün getirildi.
-İthal edilen GDO’lu ürünlerin başında soya, soya fasulyesi ve mısır geliyor.
-1998 yılında 600 milyon dolar olan soya ithalatı 2008’de 1 milyar dolara ulaştı.
-Sadece hayvan yemi amaçlı soya fasülyesi ithalatı 2008 yılında 359 bin 556 tona ulaştı.
-Soya ağırlıklı olarak ABD, Arjantin ve Brezilya’dan ithal ediliyor.
18/11/2010  - RADİKAL

9 Kasım 2010 Salı

GIDA AŞ - Food, Inc.

Bugün, Amerikan gıda endüstrisi için yetiştirilen bir tavuğun yaşamı yalnızca altı hafta. Hareket etmelerinin imkansız olduğu daracık kafeslerde, hiç ışık görmeden yaşıyorlar. O kadar şişmanlatılmış durumdalar ki, kendi ağırlıklarını taşımaları, ayağa kalkmaları imkansız. Bugün, Amerikalı bir çiftçinin kendi mısırını üretmesi söz konusu değil, yalnızca Monsanto’nun genetiği değiştirilmiş ve patenti alınmış mısırını satın alıp yetiştirebilir. Yine bugün, Amerika’da tüketilen etin hepsi yalnızca dört büyük şirketten geliyor. Tavukların göğüsleri büyüdükçe ve domatesler dayanıklılık adına genetik olarak değiştirildikçe, her yıl 73.000 Amerikalı E. coli bakterisinin kurbanı oluyor. Diğer yandan obezite tavana vuruyor ve şeker hastalığı daha önce görülmemiş oranlara yükseliyor.
Gıda Ltd. Amerikalıların marketlerden aldıkları yiyeceklerin aslında nereden geldiğini ve bunun gelecek nesillerin sağlığı için ne anlama geleceğini anlatıyor. Aynı zamanda, bir takım şirketlerle devlet kurumları arasındaki dostane ilişkiyi anlatıyor; tüketici sağlığına, tarıma, çiftçilere, hayvan haklarına ve çevreye düşman bir dostluğu. Türkiye'de GDO'lara karşı yürütülen kampanya döneminde bu filmi izlememiz özellikle önemli; bu anlamda Gıda Ltd. belgeseli bir tür harekete geçme çağrısı gibi. Ne yediğimize dair korkunç gerçekler başka bir dizi gerçekle iç içe geçiyor; endüstriye, sömürüye ve açgözlülüğe dair gerçeklerle… Gıda Ltd. uyandırıyor, şok ediyor ve mide bulandırıyor.
(İf İstanbul resmi sitesinden)

SÜT TOZUNDA KANSEROJEN MADDE VAR

Çiğ Süt Üreticileri ve Tüketicileri Grubu üyeleri "melaminli süt tozu ithalatı" konusuna dikkat çekiyorlar... Grup ABD'de melaminli süt tozu ithalatı yasaklanırken Türkiye'de ithalatın başlamasına tepkili...
Çiğ Süt Üreticileri ve Tüketicileri Grubu'ndan Çapar Kanat süt tozundaki kanserojen madde olan melamine dikkat çekiyor. Kanat bu konuda şunları söylüyor:
"Gidecek, başvuracak merciiler zaman alıyor, bu arada da “atı alan Üsküdar’ı geçiyor”; dolayısıyla tez elden haber veriyoruz ki sütümüze, yoğurdumuza katılmak üzere Melaminli Süt Tozu’na ithalat izni (06.10.2010) çıktı. Bundan sonra yediğiniz yoğurt, içtiğiniz süt, çocuğunuza aldığınız kurabiye ve hatta çikolatada bizim ürettiğimiz çiğ süt değil, Çin’den veya AB’ den  ithal ve içeriğinde melamin olduğunu bildiğimiz süt tozu olacak.                                                                                                Nereden mi biliyoruz?
Öncelikle işimiz bu: bizler çiğ süt üreticileriyiz.
Ayrıca AB’ye uyum sürecinde ülkemiz de EFSA adlı gıda kuruluşunun standartlarını benimsedi ve EFSA süt tozunun 1 kilogramında 2 Miligram melamin olmasına müsade etmekte!                                    AB’ nin gıda tüzüğü düzenleme kuruluşu EFSA’ nın  benimsediği her düzenlemeyi  Tarım Bakanlığı’mıza bağlı Ulusal Gıda Kodeks Komisyonu da benimsemekte olduğundan AB’ de  süt tozu üretiminde beher kiloda 2 miligram melamin ‘’ kabul edilebilir değer ‘’ olarak görülmektedir. Diğer gıdalardaki diğer katkı maddeleri miktarlarının da ‘’ kabul edilebilir ‘’ değer olarak görülmeleri gibidir.                                                                                                                                          Tüketicilere soran  yok!                                                                                                                                                        Peki melamin nedir?
Petrol türevi bir madde olup bildiğimiz tabak yapımında kullanılır. Süte katıldığında sütün içeriğindeki protein oranını göstermeye yarayan bir maddedir.  Melamin kanserojendir.
Dolayısıyla mesele nerede?
Melamin biraz fazla katıldığında sütteki proteini olduğundan yüksek göstermeye yarar: yani adi bir hilenin de aracıdır. Hatırlayacaksınız, 2008 yılında gazetelerde okudunuz, Çin’de 3 bin civarında çocuk melamin katılmış süt tozundan hastalandı ve 6
sı öldü. Gene geçen yaz okudunuz, Çin’de 103 ton melamin katılmış süt tozu yakalandı ve Amerika süt tozu ithalatını bu ülkeden durdurdu. Raflardan ürünler toplatıldı.                                                                                                                                                                Biz ise daha geçen hafta Çin’le fevkalade ticaret koşulları anlaşması imzaladık ve aynı tarihlerde de süt tozu ithalatına izin verdik! Süt tozu hangi ülkeden ithal edilirse edilsin içindeki melamin miktarı en az kiloda 2 miligram olacaktır. İki ile iki dört eder!
Süt tozu yokluk vakti ya da savaş zamanı askeriye için değerlendirilebilecek bir maddedir ancak “çiğ süt”ün yanında “süt tozu” en hakiki haliyle bile eksik kalır. Gerçek gıda “çiğ süt”tür.
Çiğ sütten yapılmamış yoğurt, çiğ sütten yapılmamış tereyağ… Bunlar gerçek gıda olmayacaktır, eksik gıda olacaktır. Süt tozu, en hakiki haliyle bile eksik kalırken, melamin katkısı ile “zehir”e dönüşmektedir.
Yoğurdumuzun, sütümüzün, tereyağımızın “zehir”e dönüştürüldüğü bir zamandayız ve biz çiğ süt üreticileri sizleri olanlardan haberdar etmek, uyarmak, seçimlerinize dikkat etmeye teşvik etmek istedik. Bir süt ya da süt ürününün içeriğinde süt tozu olup olmadığı üzerinde yazmamakta. Bu eksiğin giderilmesine yönelik geçen bahar başlattığımız bir kampanya var. Siz de katılın.
174’ü arayın ve tercih ettiğiniz markanın süt ürününde, örneğin yoğurdunda, süt tozu kullanıp kullanmadığını öğrenmek istediğinizi iletin. Bakalım ne cevap gelecek!
O zamana kadar da ne yapın yapın ama “zehir” tüketmeyin.
Süt Tozu ile ilgili ciddi bir şeyler yapmak isteyen bilinçli tüketiciler Tarım Bakanlığına aşağıdaki linkteki dilekçeleri gönderiyor..."
http://www.bilgiagi.net/tuketicilerin-sut-tozu-dilekceleri/24794/
NTVMSNBC – 12/10/2010

8 Kasım 2010 Pazartesi

EKMEK SAĞLIKLI VE GÜVENLİ Mİ?

Ekmek insanın temel gıdası... Hele yaşadığımız topraklarda ekmek sadece gıda da değil, kültürümüzün bir parçası… Atasözlerimizden halk oyunlarına her alanda ekmek, bizim olmazsa olmazımız. Büyük ihtimal birçoğumuz ekmek olmadan yaşanamayacağını düşünüyordur. Bunun yanında kimse tükettiğimiz ekmeğin sağlıklı ve güvenli olup olmadığını fazla sorgulamıyor. Oysa bu kadar önemli olan temel gıdamız ekmek aslında sağlığımızın baş düşmanı olabilir.
Ekmek Nedir?
Ekmek, hububatların öğütülmesi ile elde edilen unun temel olarak su ve maya ile karıştırılarak fermente edilmesi sonrası pişirilerek hazırlanan bir yiyecek maddesidir. Genel olarak, buğday unundan yapılır.
Eskiden nohuttan hazırlanan ekşi mayalarla evlerde fırınlarda yapılan veya mayasız ince açma yöntemlerle pişirilen ekmek, bugün köylerde bile bakkaldan, fırından alınıyor. Neredeyse kimse kendi ekmeğini kendi hazırladığı maya ile yapma zahmetine girmek istemiyor.
Açıkçası ben bir süredir dışarıdan ekmek alıp tüketmiyorum. Çünkü bakkaldan veya fırından almış olduğunuz endüstriyel ekmek, hem gıda güvenliğinden yoksun hem de sağlıksız bir gıda maddesi...
Gelin ekmeği oluşturan dört temel öğeyi (un, su, maya) ve en son olarak da pişmiş ekmeği inceleyelim:
Buğday Üretimindeki Sağlık Riskleri
Buğday üretimi sırasında birçok tarım kimyasalı kullanılmaktadır. Ayrıca ülkemizde buğday üretiminde büyük oranda suni gübre kullanılmaktadır. Tarım zehirleri buğday tanesi üzerinde kalabilmekte ve hatta içten etkili olanlar tanenin içerisine de nüfuz edebilmektedir. Suni gübre bünyesinde bulunan ağır metaller ve bazı besin elementleri ise bazı durumlarda taneye taşınabilmektedir.
Her ne kadar bazı fabrikalarda un öğütme öncesi buğday yıkansa ve pişirme sırasında kimyasalların yapısı değişimlere uğrasa ve bir kısmı etkisizleşebiliyor olsa da, büyük oranda bu kimyasallar ekmek olarak soframıza kadar gelir ve bu konuda pek bir kontrol bulunmamaktadır.
Buğdayımızı kendimiz kimyasal kullanmadan üretmek ya da sertifikalı ekolojik buğday almak bu sorunları bir nebze önleyebilir.
Un Üretimindeki Sağlık Riskleri
Modern değirmenlerde buğdayın kepek ve tohum kısmının ayrılarak sadece nişastalı bölümünün çok ince çekilmesi ve içine bazen de kimyasal ağartıcılar katılması ile beyaz un üretilmektedir.
Normalde buğday tanesi üç bölümden oluşur; tohum, ruşeym ve kepek. Buğday bu tam hali ile besleyici ve sağlıklıdır. Tahıl, tohum kısmı ile birlikte öğütülürse, tohumda bulunan doğal yağlar nedeniyle 14 gün gibi kısa bir sürede acılaşabilir. Günümüzde un üreticileri tahılların besleyici tohum kısmını ayırmakta ve una katmamaktadırlar.
Bu konuda önlem ve kontrol yoktur. Bazı gıda ve tıp uzmanları tüketicilere ısrarla tam buğday unlu ekmek tüketmelerini önererek konu hakkında bilgilendirme yapmaktadır. Oysa tahminim, tüketilen ekmeğin en az % 99’ u beyaz undan üretilmektedir.
Son yıllarda tam buğday unlu ekmekler üretilmeye başlanmıştır. Eğer üretene güveniyorsanız (kepek önemli bir hayvan yemidir ve bazı dönemler fiyatı çok yükselir. Uncular böyle zamanlarda tam buğdayda kepeğin bir kısmını ayırabilirler veya daha lezzetli ekmek üretelim kaygısı ile tam buğdayı hafif beyazlaştırabilirler) bu ekmekleri alabilirsiniz. Ayrıca marketlerde tam buğday unu satılmaya başlanmıştır ancak acılaşmayı önlemek için bu unlara antioksidan kimyasal katılmaktadır. Bu konuda yapılabilecek en iyi şey buğdayınızı alıp geleneksel bir taş değirmende öğütmektir. Ve 2 hafta içinde acılaşabileceği için un olarak saklamak iyi değildir. Kullanıldıkça haftalık olarak öğütmek uygundur.
Maya Üretimindeki Sağlık Riskleri
Birçok insan sadece bitkilerin genetiği ile oynandığını sanıyor. Ekmek mayası bir canlı, bilimsel adı Saccharomyces cerevisiae. http://ec.europa.eu/food/dyna/gm_register/gm_register_auth.cfm?pr_id=19 adresinde Danimarka’ lı bir firma tarafından geliştirilen Avrupa Birliğinden onay alan genetiği değiştirilmiş bir ekmek mayası çeşidi var. Yani mayaların da genetiği ile oynanıyor. Açıkçası bitki genini değiştirmekten de daha kolay bir mayanın genini değiştirmek.
Açıkçası aldığım bir duyuma göre FAO onayı ile tüm dünyada 1990 yılından beri GDO’ lu bir maya kullanılıyormuş. FAO, aynı miktar undan daha fazla ekmek üretildiği için bu GDO’ lu çeşidi onaylamış. Elbette bunu ispatlayacak bilgi bulamıyorum. Umarım ilgili makamlar, ekmek mayasının GDO olup olmadığını açıklarlar.
Açıkçası tam buğday unundan da olsa, hatta organik ekmek diye satılıyor da olsa ekmeğiniz kullanılan maya  sebebi ile GDO’ lu olabilir. Yani yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş olabiliriz.
Bu konuda yapılabilecek şey geleneksel yöntemlerle üretilmiş ekşi maya ile ekmek üretmek olacaktır. Ben ekmeğimi evde bu şekilde yapıyorum.
Ekmek Üretimindeki Sağlık Riskleri
Ekmek üretilen fırınlarda hijyenik koşullara ne kadar dikkat ediliyordur sizce?
Hamurun üzerinden farelerin geçip geçmediği denetleniyor mudur? Ekmeği yapan işçiler ellerini yıkıyor mudur?
Ekmekte kullanılan suyun kalitesi uygun mu? Mesela bu suyun ağır metal analizleri yapılmış mıdır?
Ekmeğe ne kadar tuz konuyor? Bunu kim ne kadar denetliyor? Bakın bir haber:
“İngiltere`deki sağlık uzmanları, beş dilim ekmekte bir çocuğun günlük ihtiyacını karşılayacak kadar tuz bulunduğunu bildiriyor. Aynı sayıda dilimin bir yetişkinin günlük tuz ihtiyacının yüzde 83`ünü karşıladığını belirten uzmanlar, halkı daha az ekmek tüketmeye çağırıyor. Çünkü İngiltere`de yılda 220 bin kişi, aşırı tuz tüketiminden kaynaklanan hastalıklar nedeniyle hayatını kaybediyor. İnce bir dilim ekmekte, ortalama 0.2 gram sodyum, yani 0.5 gram tuz bulunuyor. Bu sayı beş ile çarpıldığında, günde 2.5 gram tuz anlamına geliyor. Üstelik bu hesap `Türk usulü` kalın dilimlerle yeniden yapıldığında, ortaya hayli karamsar bir tablo çıkıyor. İngiliz Kamu Sağlığı Bakanı bu yüzden, tüketimi azaltma çağrısında bulunuyor. Londra`daki Saint George Hastanesi`nden Profesör MacGregor ise, durumun önemini şöyle vurguluyor: `Fazla tuz kan basıncını yükseltip, kalbe zarar veriyor. Günde maksimum altı gram tuz tüketilmesinin sağlanması halinde, İngiltere`de yılda 35 bin kişinin hayatı kurtulabilir.” (Kaynak: http://arsiv.sabah.com.tr/2005/01/27/gun109.html)
Gıda Maddeleri Tüzüğüne göre ekmeğe en fazla %1,5 oranında tuz konabiliyor. Oysa, duyduğum kadarı ile  lezzet arttırdığı, hazmı kolaylaştırdığı, kalitesiz unların hamur olma kabiliyetlerini geliştirdiği ve ekmeğin mikrobiyal bozulmasını geciktirdiği için yediğimiz ekmeklerde % 1,5' tan çok daha fazla tuz var ve bu pek de kontrol edilmiyor. İstanbul Halk Ekmek müdürü yaptığı bir yazılı açıklama ile bir kişinin günde en çok 6 gram tuz tüketmesi gerektiğini, oysa yapılan araştırmalara göre Türkiye'de kişi başı tüketilen günlük tuz miktarının 18 gram olduğunu belirtmiş.
Çok sağlıklı olduğu iddia edilen poşetli-markalı ekmeklere de uzun süre dayanması, lezzetlenmesi vb. için birçok yapay kimyasal katılıyor. Sepetinize atmadan önce bu ekmeklerin poşetlerinin üzerinde yazan “içindekiler” kısmını dikkatlice okumanızı öneririm.
Sağlıklı Ekmek Hayal mi?
Temel gıda maddelerinden kırmızı et, artık neredeyse tüketilemeyecek kadar pahalandı. Bunun üzerine ben de ekmek ile ilgili iç karartıcı bilgiler vermek istemezdim. Ancak paragözlük ve vurdumduymazlık böyle sürdükçe, tüketiciler olarak bizler kolaya kaçıp tüm gıda maddelerini hazır olarak satın almaya devam ettikçe, en temel gıdamız olan ekmeğe bile sağlıklı şekilde ulaşmamız mümkün olmuyor, olamayacak.
Açıkçası bence gıda ürünleri, yapıları bakımından fabrikalarda üretilerek soframıza gelmeye uygun değildir. Tüm gıda ürünleri mutfaklarda o gıdayı tüketecek kişiler veya onların yakınları tarafından üretilmelidir. Temel gıdamız ekmeğe bile sağlıklı ulaşamıyor olmamız bu ihtiyacın en temel göstergesidir.
Bu bağlamda sağlıklı ekmek hayal değil. Ancak tüm toplumun sağlıklı ekmeğe ulaşması için atılması gereken adımlar bence şunlardır:
Sağlıklı Ekmek İçin Kısa Dönemde Yapılması Gerekenler:
Ekmek üretimi tarladan sofraya net olarak ciddi şekilde denetlenmelidir. Ayrıca gıda üretilen her yer tüketicinin doğrudan kontrolüne her an açık olmalıdır.
Bilim adamlarının belirlediği tam tahıllı “sağlıklı ekmek” tanımı haricinde ekmek üretimi yapılması önlenmeli ya da, sigarada olduğu gibi, sağlığa zararlı  beyaz ekmeğe daha yüksek vergi konulmalıdır.
Devlet ve sivil toplum örgütleri, sağlıklı ekmeğin nasıl olacağı ile ilgili bilgilendirme kampanyaları düzenlemelidirler.
Ev ekonomisi, gıda ve tarım uzmanları kendi gıdasını üretmek isteyen halka sürekli eğitim vermelidir. Bu amaçla devlet ve STK’ lar kampanyalar düzenlemelidir.
Fırınlar maya üreticisinden, aldıkları mayanın GDO’ lu olmadığını belirten resmi taahhütler almalı ve güncel laboratuar analiz sonuçlarını fırın duvarında tüketicinin göreceği bir yere asmalıdırlar.
Sağlıklı Ekmek İçin Uzun Dönemde Yapılması Gerekenler:
Şehirlerde konutlar, kent bahçeleri içerecek şeklinde planlanmalıdır. Böylece herkesin kendi tarım ürününü üretmesi mümkün olabilir. (Gelecekte gıda krizi şiddetlenecek ve önlem alınmazsa açlıktan toplu ölümler olacaktır. Gıdaya ulaşımda en büyük sorun taşıma maliyetleri ve zorluklarıdır. Tüketicinin üretim alanına yakın olması, bu sorunun tek gerçek çözümüdür.)
Kırsal alanda herkesin tarımsal üretim yaparak kendi gıdasını üreteceği, evinin çevresinde kalıcı kültür alanları (permakültür) planlanmak zorundadır.
Üniversitelerde eskiden bolca bulunan ancak birden sanki planlanmış gibi kapatılıp ismi değiştirilen “Ev Ekonomisi Bölümleri” çoğaltılmalıdır. Bu bölüm aslında ev hanımlığı mesleğinin bilimidir. Bu bölümden mezun olanların sayısı ülkede mevcut ev hanımlarının diğer çalışanlara oranı ile doğru orantılı olarak arttırılmalıdır. Böylece evde eskisi gibi geleneksel ve sağlıklı ekmek, turşu, salamuranın nasıl yapılacağı bilgisine kolayca ulaşılabilir. Hatta yeni bilgiler ile geleneksel yöntemler geliştirilerek eskisinden bile daha sağlıklı gıdalar elde edilebilir.
Dünyada hemen tüm insanlar tarafından tüketilen ekmeğin aynı zamanda çok ciddi de bir biyoterör malzemesi olduğunu unutmamak zorundayız. Bunun bilinci ile hem kendimiz hem de daha yaşanabilir bir gelecek için gıdamızı kendi mutfağımızda geleneksel yöntemler ile üretmeye ve mümkünse ufak ufak balkonlarımızda gıdalarımızı kimyasal kullanmadan yetiştirmeye çalışmak zorundayız. Gıda krizi kendini hissettirmeye başladı. Açlığın sebebinin gıda taşıma maliyetleri olduğu iyi biliniyor. Yani gıda taşınmamalı ve tüketileceği yerde üretilmeli. Bu sebeple gıdayı yakınımızda üretmek ve mutfaktaki yemek yapım işlemi ile topraktaki tarımsal üretim işlemini eskiden olduğu gibi doğrudan ilişkilendirmek zorundayız. Bu bağlamda yukarıdaki maddelerde bahsedilenleri ilgili sorumlulara sormalı, bunu dayatmalıyız. Bireysel olarak ise şimdiden yapabileceklerimizi yapmaya başlamalıyız.
Bu bahsettiklerim imkânsız hayaller gibi görünebilir.  Ancak bizim küçücük çabalarımız çok şeyi değiştirebilir. Shakespeare ‘ in dediği gibi; “Koca selleri meydana getirenler, küçük dereciklerdir.”
Sevgi ve saygılarımla,
Hakan Ozan Erzincanlı - 09.02.2010

HAZIR KIYMA CANIMIZA KIYIYOR

“Gözümün Önünde Kıymamı Hazırlayan Kasabımı Geri İstiyorum” projesi ile ilgili olarak bir basın toplantısı düzenleyen Veteriner Gıda Hijyenistleri Derneği Başkanı Dr.  Can Demir, İstanbul Perakendeci Kasaplar Esnaf Odası Başkanı Bilgin Şahin ve Tüketiciler Birliği Genel Başkanı Av. M. Bülent Deniz; “elde edilen sonuçlar, hazır kıymanın tüketicinin canına kast ettiğini ortaya koymaktadır” dediler.

Veteriner Gıda Hijyenistleri Derneği Başkanı Dr. Can Demir, İstanbul Perakendeci Kasaplar Esnaf Odası Başkanı Bilgin Şahin ve Tüketiciler Birliği Genel Başkanı Av. M. Bülent Deniz tarafından konuyla ilgili olarak şu açıklama yapılmıştır:

“Besin değeri yüksek, sofralarımızın temel gıdası olan kıymanın halk sağlığına uygun olarak üretiminin tüketici adına sivil inisiyatif  gözüyle kontrolü ve bu bağlamda “Hazır Kıyma”nın gıda güvenliği ve hijyen denetim yönünden bilimsel verilerle kontrolünü yapmak ve kamuoyunu  bilgilendirerek tüketici bilincini arttırmak yetkililere sorumluluklarını hatırlatmak” amacıyla 2006/Mayıs tarihinde Veteriner Gıda Hijyenistleri Derneği ve İstanbul Perakendeci Kasaplar Esnaf Odası tarafından “Gözümün Önünde Kıymamı Hazırlayan Kasabımı Geri istiyorum” başlıklı bir proje hazırlanmıştır. Tüketiciler Birliği bu süreç içinde proje ortağı olarak çalışmalara katılmışlardır.

Proje kapsamında;

Örnekleme yöntemi ile analiz edilecek kıyma örneklerinin toplanması için İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve 32 ilçe belediye başkanlıklarına yazı yazılarak, projeye destek ve katkıları istenmiştir.

Bu çağrımıza ….. belediyeleri 127 adet hazır kıyma örneğinin toplanmasına katkı sağlayarak, cevap vermişlerdir.

Analiz edilecek örneklerin toplanmasında; % 50 marketler içindeki et satış reyonları, % 50 sadece kasap olarak hizmet veren işletmeler tercih edilmiştir. Örneklerin toplandığı işletmelerin ticari ünvanları, ilan edilmemek koşulu ile kaydedilmiştir.

Hazır kıyma örnekleri; steril numune kapları, steril ekipmanlar kullanılmak suretiyle belediyeler bünyesindeki Veteriner İşleri Müdürlüğü’nde görevli Veteriner Hekimler tarafından, uluslararası bilimsel kurallar ve Türk Gıda Kodeksi Numune Alma Yöntemlerine uygun olarak alınmışlardır.

Örneklerin alımı esnasında vizüel kontrol, numune merkez sıcaklığı ve muhafaza sıcaklığı ölçümleri, kalibrasyonu uygun, ürüne özel, portatif cihazlarla, Belediye Veteriner Hekimlerince yerinde gerçekleştirilmiştir.

Toplanan örnekler soğuk zincirde aynı gün içerisinde (maksimum   4 saat sonra) İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Besin Hijyeni ve Teknolojisi Ana Bilim Dalı Laboratuvarına teslim edilmiştir.

Örneklerin mikrobiyolojik analizi için referans değer olarak            Türk Gıda Kodeksi Çiğ Kırmızı Et ve Hazırlanmış Kırmızı Et Karışımları Tebliği M Değeri baz alınmıştır.

Örnekler üzerinde Türk Gıda Kodeksi Çiğ Kırmızı Et ve Hazırlanmış Kırmızı Et Karışımları Tebliği ile uluslararası kırmızı et normlarından örnekleme metodu ile tür tayini (serolojik), pH ve kokuşma testleri (fizikokimyasal), Aerobik Mezofilik Bakteri-Staph. aureus-E. coli (mikrobiyolojik analizler) yapılması planlanmış ve uygulanmıştır.

Yapılan analizler sonunda;
Hazır Kıymaların Merkez Sıcaklığı: Yerinde yapılan ölçümlere göre, örneklerin %75’inin uygun olmadığı,
Hazır Kıymaların Muhafaza Sıcaklığı: Yerinde yapılan ölçümlere göre, örneklerin %46,6’sının uygun olmadığı,
Hazır Kıymaların Vizüel Kontrolleri: Yerinde yapılan ölçümlere göre, %3,1’inin uygun olmadığı,
Hazır Kıymaların Tür Tayini: Alınan örneklerin etiket bilgilerine ve serolojik analiz sonuçlarına göre yapılan karşılaştırma sonucunda, dana (sığır) kıyması olarak belirtilmesine rağmen %7,1’ine koyun eti, %2,4’üne kanatlı eti karıştırıldığı, toplam olarak %9,5’inin uygun olmadığı,
Hazır Kıyma Aerobik Mezofilik Bakteri Sayımı: Örneklerin laboratuvarda yapılan analizlerine göre, % 8,7’sinin uygun olmadığı,
Hazır Kıyma Staph.aureus Sayımı; Örneklerin laboratuvarda yapılan analizlerine göre, hastalık sebebi patojen mikroorganizma varlığı yönünden %10,2’sinin uygun olmadığı,
Ayrıca referans değer olarak uluslararası normlar dikkate alınarak yapılan pH ölçümleri ve kokuşma testleri, E.coli analizi ve MDM (Mechanically Deboned Meat-Mekanik olarak kemiğinden sıyrılmış son tabaka et) olasılığının araştırılması için Ca (kalsiyum) analizleri yapılmıştır. pH ölçüm sonuçlarının % 4,72 , kokuşma testlerinin % 0 ve E.coli analizlerinin % 38,6 uygun olmadığı, kalsiyum analizinin ise ortalama 70 mg/kg düzeyinde bulunduğu ve bu oranın %20’sinin 100 mg/kg düzeyinden daha fazla bulunduğu tespit edilmiştir.





Bu sonuçlara göre, hazır kıymanın muhafaza koşulları bakımından % 75, hastalık ve zehirlenme etkenleri bakımından % 38 oranında uygun olmadığı ortaya çıkmıştır. Ulaşılan bu sonuçlar ürkütücü olup hazır kıymanın, canımıza kıydığını ortaya koymaktadır.

Tüketici sağlığı ve güvenliği evrensel tüketici haklarından biridir. Bu hakkın sağlanmasından devlet ilgili tüm kurumlarıyla sorumlu ve görevlidir.

Proje kapsamında açıkladığımız bu dehşet verici sonuçlar nedeniyle başta Tarım Bakanlığı olmak üzere tüm yetkili ve sorumluları görevlerini yapmaya bir kez daha davet ediyor ve öneri ve çözümlerimizi kamuoyu ile paylaşıyoruz:

Hazır kıyma (tepsi, dökme, açık) satışı yasak olmasına rağmen vitrinlerde serbestçe sergilendiği görülmüş ve çok rahatlıkla          10 ilçede 127 numuneye ulaşılmıştır. Bu durum, denetimle yetkili kurum ve kişilerin görevini ihmal ettiğini ortaya koymaktadır.
Çiftlikten Sofraya Veteriner Hekim kontrolü ve hak edişini meslek odalarından alan etkin akredite Veteriner Hekim istihdamı sağlanmalıdır.
Tarım Bakanlığı bünyesinde Veteriner teşkilatı kurulmalı ve taşrada gerçekleştirilecek örgütlenme ile yerel yönetimlerin veteriner işleri konusundaki eksikliklerinin giderilmesine katkı sağlanmalıdır.
Yerel yönetimlerin gıda güvenliğinin sağlanması ve denetiminde saf dışı bırakılması ve yapılan düzenlemeler ile sorumsuz ve yetkisiz hale getirilmeleri nedeniyle yerel yönetimlerin gıda güvenliğine olan duyarlılıklarının kaybolduğu gözlenmiştir. Bunun sonucunda norm kadro gerekçesi ile Belediyelerdeki Veteriner İşleri Müdürlükleri kaldırılmış veya başka birimlere dönüştürülmüş, dolayısıyla denetim boşluğu oluşmuştur.
Tüketiciler satışı yasak olan hazır kıyma yerine kendi yanında hazırlanan kıymayı tercih etmelidirler. Satış fiyatı bakımından daha cazip olan hazır kıymayı satın almanın sonuçlarının daha ağır ve yüksek olacağı bilinmelidir.

PROJEMİZE KATILAN BELEDİYELER
MALTEPE BELEDİYE BAŞKANLIĞI
BAHÇELİEVLER BELEDİYE BAŞKANLIĞI
BAYRAMPAŞA  BELEDİYE BAŞKANLIĞI
ÜSKÜDAR BELEDİYE BAŞKANLIĞI
TUZLA  BELEDİYE BAŞKANLIĞI
ZEYTİNBURNU  BELEDİYE BAŞKANLIĞI
KARTAL BELEDİYE BAŞKANLIĞI
BAĞCILAR BELEDİYE BAŞKANLIĞI
GÜNGÖREN BELEDİYE BAŞKANLIĞI
BEŞİKTAŞ BELEDİYE BAŞKANLIĞI

5 Kasım 2010 Cuma

KAŞARDA BUZAĞI MAMASI ÇIKTI

70 işletmeye ‘et yasağı’ çıktı kaşara ‘buzağı maması’ karıştı
İstanbul İl Genel Meclisi, merdiven altı gıda üretimini yakın takibe aldı. Sağlığa uygun olmayan 12 ton bozuk etin piyasaya sürüldüğü iddialarını araştıran komisyonca hazırlanan rapor açıklandı.
Virüslü et ve hazır kıymanın yanı sıra, süt ve süt ürünleriyle ile “iç yağıyla yapılan kaşar peyniri” iddialarını araştıran İl Tarım Komisyonu ile Sanayi ve Esnaf Komisyonu ilginç verilere ulaştı. İmalat ve satışlarla ilgili denetimlerden sorumlu İstanbul Tarım Müdürlüğü, 2010’da 603 et ve et ürünü üreten işletmeyi denetleyip, 121 işletmeye idari para cezası verdi. 7 işletme hakkında suç duyurusunda bulundu. Piyasaya et süren 70 işletme ise üretimden men edildi.

İstanbul’da üretim, satış ve toplu üretim yerlerinde yapılan denetimlerde ise 575 et ve et ürünleri numunesi, (kıyma, sosis, salam, sucuk, hamburger köftesi, döner, köfte, parça et, kuşbaşı, lahmacun harcı, kavurma, vs.) alındı. Ürünler serolojik (at, domuz eti, kırmızı et içinde kanatlı et aranması), histolojik (organ ve yabancı doku), mikrobiyolojik, et ürünlerinde soya ve nişasta aranması için analiz edildi. Ürünlerin 456’sı mevzuata uygun bulunurken, 28 ürünün mevzuata aykırı olduğu tespit edildi. İlk analiz sonucunda 54 ürünün işlemleri sürdürülürken, 37 numuneye ait sonuçlar henüz il tarım müdürlüğüne ulaştırılamadı. Domuz etinin arandığı 19 numunede olumsuzluk tespit edilmedi. Kıymada da, yağ oranı miktarı denetimi için alınan 19 numuneden üçünün, mikrobiyolojik denetim için alınan 31 numunenin de dördünün mevzuata aykırı olduğu tespit edildi. 95 kıyma numunesinden, 12’sinde mevzuata aykırılık (kıymada çok hızlı üreyen Salvonevra ve Lizterya bakterileri) tesbit edildi.

Kaşarda buzağı maması

İl Genel Meclisi piyasada satılan kaşar peynirlerinin yüzde 80’inin palm yağı (sıvı ve katı formda) ve buzağı maması adı altında getirilen süt tozu ile üretildiği ve denetimlerde yakalanmamak için bazı büyük firmaların havyan iç yağları ve bitkisel yağ karışımından oluşan yağları homojenizatör kullanarak süte katıp işledikleri iddialarını da araştırdı. Raporda 404 süt ve süt ürünleri üretim yeri denetlenip, mevzuata aykırılığı tespit edilen 50 işletmeye para cezası uygulandığı, 1 işletme hakkında suç duyurusunda bulunulduğu ve 21 işletmenin de üretimden men edildiği belirtildi.
Kemik sıyrıntısı kıymaya girmeyecek
TÜRK Gıda Kodeksi’ne göre, kıymanın hazırlanmasında, sadece bağ doku dahil, iskelet kaslarından elde edilen çiğ kırmızı et kullanılması gerekiyor. İlgili tebliğ, “Gıda değeri taşımayan sinir, tendon gibi kısımlardan, mekanik olarak ayrılmış etler ile kemik parçası veya deri içeren etlerden, baş etlerinden linea albanın kas olmayan parçalarında, karpal ve tarsal bölgelerden elde edilen etlerden, kemik sıyrıntılarından ve diyafram kasından kıyma hazırlanamaz” diyor.
HÜRRİYET – 05/11/2010

4 Kasım 2010 Perşembe

Tarım ilaçları konusunda Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın açıklaması

Ülkemizde insan dokularında ve çevreden alınan örneklerde yapılan tarım ilacı kalıntısı analizi sonuçlarını geçtiğimiz hafta yazmıştık. Bu analiz sonuçları "varsayım" değil, doğrudan durum saptaması, hem de bilimsel durum saptamasıdır. Böylelikle sık sık duyduğumuz "portakallar Rusya'dan döndü, Ukrayna domatesleri geri yolladı" şeklindeki haberler ciddi bir mesnet kazanıyor, bilerek ya da bilmeyerek, öyle ya da böyle zehirleniyoruz.
Yazımız üzerine Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Müsteşarı Sayın Vedat Mirmahmutoğulları aradı, her bir söylediğini not ettik. Doğrusunu isterseniz Mirmahmutoğulları da tarım ilaçları konusundaki görüşlerimize katılıyor ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın odaklandığı en önemli noktanın "güvenli gıda" olduğunu vurguluyor. Mirmahmutoğullarının verdiği bilgilere göre, ülkemizdeki yaklaşık 6000 zirai ilaç bayiinin 2117'si sadece okur-yazar ya da ilkokul düzeyinde eğitime sahip. Beşeri eczacılar eğitimlerini 5 yılda tamamlarken, zirai eczacıların oluşturdukları riskin on kat daha fazla olmasına karşılık, yetersiz eğitimleri konumlarıyla uyumlu değil. Bakanlık bunun üzerine ziraat mühendislerinden yeterlilik istemiş, ancak Ziraat Mühendisleri Odası'nın eleştirilerine hedef olmuş. Reçetesiz ilaç alım satımını engellemek amacıyla 9000 kişi eğitilmiş, sertifikalı tarım müşavirliği kurulmuş, kurslar verilmiş. Çiftçiye de "sözleşmeli tarım" imzalaması durumunda yeminli tarım müşavirlerinin maaşlarının bir kısmını verecekleri söylenmiş, 5000 kişiye sertifika verilmesi hedeflenmiş ve 30 trilyon bütçe ayrılmış. Kullanılan 5000 ilaç içerisinden, yasaklanmış 127'si saptanmış, ithalatı durdurulmuş. Tarlalarının büyük bölümünün parçalı olmasına rağmen, havadan ilaçlama yasaklanmış, yerden ilaçlama başlatılmış, pulverizörler (tozlaştırıcı) yerleştirilmiş. Bunun sonucunda 901 ton süne ilacı kullanılırken, 183 tona, sebzede 59.000 ton ilaç kullanılırken, 37.000 tona indirilmiş; ürün 38.5 milyon tondan 43 milyon tona çıkmış. Yeminli gıda kontrolörlüğü başlatılmış, 1500 olan kontrolör sayısı 5000'e çıkartılmış. Alo Gıda 174 hattı kurulmuş, 39.000 başvurunun 37.000'i sonuçlandırılmış. Cezai müeyyideler artırılmış ama, Anayasa'nın 26, 38 ve 40. maddeleri nedeniyle bunların açıklanması mahkeme kararı gerektirmekteymiş. Müsteşar Sayın Mirmahmutoğullları geçen hafta kamuoyuna yansıyan "üç mamada kurşuna rastlandığı" haberinin de doğru olmadığını bir kez daha vurguladı.
İyi niyet ve gayret sonucu kurtarmıyor!
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Müsteşarı Vedat Mirmahmutoğulları'na duyarlılığından ötürü teşekkür ediyoruz. Ne var ki durum bu kez farklı, çünkü geçen hafta sunduğumuz "ülkemizden yapılmış" araştırmalar, geçtiğimiz 20-25 yıl içerisindeki tarım ilacı kontrolünün tamamen yetersiz olduğunu gösteriyor. Üniversiteye hazırlanırken bir geometri hocamız vardı, soruların çözüm yöntemleri konusunda sık sık tartışmaya tutuşurduk. Bize derdi ki, "Hatice'ye değil, neticeye bakın!" Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın gıda denetimleri konusundaki bütün çabaları (hangi tarım ilaçlarını analiz ettiklerini bilmesek bile) bu anlamda "yöntemdir", geçen hafta kaynak göstererek anlattığımız bütün araştırma sonuçları ise "netice!" Sağlıklı ürün yetiştiremediğimiz gibi, denetimini de yapamıyoruz. Yani bakanlığın iyi niyetli gayretleri Temmuz 2010 itibarıyla yerine varmamış görünmüyor, "iyi niyet ve gayret" sonucu kurtarmıyor!
Tarım havzalarında kanser sıklığı artıyor
İster cehalet deyin, ister kazanç hırsı, bu sonucun sağlık açısından karşılığı başta kanser olmak üzere daha fazla hastalık yüküdür. Nitekim bu veriler yaklaşık iki ay önce TBMM Kanser Araştırma Komisyonu kuruluş toplantısında, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Bölümü tarafından da açıkça doğrulandı: "Bölüme başvuran lenfoma ve multiple miyelom hastalarının (kemik iliği ve bağışıklık sistemi kanserleri) hemen hemen bütünü Türkiye'nin önemli tarım merkezlerinden biri olan Kumluca bölgesinden gelmekte". Çiftçi çabalamak (çapalamak) istemiyor, artık ota da ilaç kullanıyor. Bilgi eksiğini tamamlaması beklenen ziraat mühendisleri ise (aynen doktorların çoğu gibi) mesleklerinin gereğini yeterince yerine getirir görünmemekte. Bu konuda görüş aldığımız çiftçi dostlarımız "ziraat mühendislerinin tarım ilacı satıcılarıyla ortak çalıştıkları" şeklinde dehşet verici iddialarda bulunmakta.
Daha önce de dile getirdik, günümüz bilimi gerçeği kavramakta zorlanıyor, sadece ilişkilendirme ve risk analizi ile yetiniyor. Ancak "güvenli gıda" ilkesine sahip çıkmadığımız sürece risk analizi yapmak, tozu halının altına süpürmekten öte değil.
Yavuz Dizdar – 11/08/2010

2 Kasım 2010 Salı

ŞEKER VE TATLANDIRICILAR

Şeker ve tatlandırıcılar konusunda bilmeniz gerekenler: Acı bir öykü
Geçtiğimiz perşembe Sakarya Sivil Toplum Platformu'nun (SASTOP) davetlisi olarak katıldığımız bilgilendirme amaçlı toplantıda genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) sağlık risklerini anlattık. Akşam ise SASTOP'un bünyesinde nişasta bazlı şeker ve kimyasal tatlandırıcıların bilinen ve olası olumsuz etkilerini tartıştık. Şeker, tadı ve etkileri çoğumuzu cezp etse de insanlık tarihinde bu ölçüde yaygın kullanımı nispeten yeni bir üründür. Sanayi bazlı üretimi ve tüketimi daha çok İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde artmıştır. Ülkemizdeki tarım olanakları sayesinde şeker pancarından elde edilen şeker kullanılır. Bu durum ciddi bir şans ve avantajdır. Zira şeker pancarından elde edilen şeker bir molekül glikoz ve bir molekül früktoz (meyve şekeri) içermektedir. Bu bize "bildiğimiz tat tatminini" sağlamanın ötesinde insülin salgısını da uyarır, doyma hissi yaratır, yani şekerin kanda uzun süre yüksek miktarlarda kalmasını önler. Buna karşılık mısırdan elde edilen şurupta früktoz glikozun dört mislidir. İnsülin salgısı früktozdan etkilenmez. Mısır şerbetinden yapılmış ürünlerde "doyum" oluşmaz, tüketim sürer.
Mısır şurubu sağlıksız bir tatlandırıcıdır
Früktoz fazlası hızla bir yağ türevi olan trigliseride çevrilir, karaciğer ve yağ dokusunda depolanır. Bu nedenle mısırdan elde edilen şeker tercih edilen bir şeker değildir, özellikle ABD'de doruğa ulaşan obezitenin önde gelen sorumlularından biri olarak tanımlanmaktadır. Lakin mesele endüstriyel kullanıma gelince mısır şurubunun tatlandırma özelliği çok daha yüksektir, fiyatı da düşük olduğundan yaygın bir kullanım alanı bulmaktadır. Bugün şekerli ürün olarak piyasada bulunan başta meşrubatlar olmak üzere hemen bütün tatlı ürünler mısır şurubundan yapılmaktadır. Yol kenarlarına park etmiş arabalarda, kilosu beş-altı liraya satılan merdiven altı üretim tatlıların bedeli bu nedenle "ucuzdur".
Kalite unsuru ön planda olan tatlı üreticileri baklava gibi ürünlerinin buzdolabına konmamasını önerir, çünkü şeker pancarı kaynaklı gerçek şerbetle yapılan tatlılar şekerlenir, lakin mısır şurubuna bir şey olmaz. Dahası mısır şurubunun elde edildiği mısırın GDO'lu mısır olması olasılığı yüksektir. İthal mısırın en fazla kullanıldığını sandığımız tavuk üreticileri bile, "besleyici olmadığı" nedeniyle iç piyasadan gerçek fiyatına yerli mısır aldıklarını söylemekteler. İthal edilen GDO mısırın başlıca kullanım alanı da bu gibi endüstri alanları olmaktadır. Türkiye her nedense mısır nişastası bazlı şeker üretimi kotasını daha 2001'de dünya ortalamasının yirmi katı olan yüzde 10'a ve hemen sonrasında yüzde 15'e çekmiştir.
Yapay tatlandırıcılara özellikle dikkat!
Ülkemizde ve dünyada giderek fazla pazar elde etmeye başlayan diğer ürünler ise yapay tatlandırıcılardır. Kimyasal yöntemlerle elde edilen ve "diyet" olarak adlandırılan bütün ürünlerde başta aspartam olmak üzere yapay tatlandırıcılar kullanılmaktadır. Diyabet hastalığı gibi özel durumlar (o da sadece yeterince) dışında bu tür kimyasal tatlandırıcıların çok miktarda kullanılması da sağlıklı değildir. "Çok miktar" kavramının bir karşılığı yoktur, ama bir bardak çayı tatlandırmaktan çok daha fazlası olduğunu tahmin edebilirsiniz. Zira diyet tatlılar hatalı bir şekilde, kalori almadan tatlı tüketmenin bir yolu olarak algılandığından, hele hele aşırı kolalı içecek tüketme alışkanlığı olanlar için ciddi miktarlarda kimyasal yüklenilmesine neden olmaktadır. Bu tür tatlandırıcıların ilk örneklerinden olan sakarin mesane kanserine neden olabileceği konusunda uyarıları da beraberinde getirmişti. Bugün özellikle meşrubatlarda yaygın kullanılan aspartam ise, vücuda alındığında sinir sistemi için uyarıcı etkileri olan aspartik asit, fenil alanin ve yine sinir sistemi, için toksik olan metil alkole (metanol) dönüşür. Ne var ki kimyasal tatlandırıcılar tat duyusunu uyarmak açısından çok güçlü, fiyat olarak da çok ucuzdur. Çaya attığınız yapay tatlandırıcının miktarını gözünüzün önüne getirin, bunun bir avucuyla tonla suyu tatlandırmanız bile mümkündür. Bu nedenle maliyeti azaltmak adına karıştırılarak kullanılmaktadır.
Sonuç olarak şeker pancarı bizim şansımızdır, bunun dışındaki şeker türevleri ve tatlandırıcıların sicilleri ise son derece kötüdür. Konuyu dile getirmemize olanak sağlayan SASTOP'u ve bu projenin hayata geçirilmesine öncülük eden Sakarya Lösder Başkanı Sayın Nihal Akar'ı özellikle kutluyoruz.
Yavuz Dizdar
Dünya Gazetesi – 29/09/2010

1 Kasım 2010 Pazartesi

SÜTLER VE YOĞURTLAR NEDEN BOZULMUYOR? III

Sütler ve yoğurtlar bozulmuyor, çünkü siz onları pastörize değil, "petrolize" ediyorsunuz sevgili süt endüstrim!
Geçen hafta başladığımız "süt ve yoğurt bozulmama" deneyi (Yöntem), dediğim gibi 10. günde sonlandırıldı. Sonuç buzdolabına konanlar şöyle dursun, mutfak tezgahına konan süt ve yoğurtlarda da herhangi bir ekşime gerçekleşmedi, buna karşılık kontrol grubu beklendiği gibi ekşidi. Bu duruma bir açıklama (Tartışma) getirmem gerekiyor (biraz teknik olacak, okurlarımız bağışlasın). Lütfen dikkatle okuyun ve herkesle paylaşın, çünkü benim cevabım 'e' şıkkında, yani bilinmeyenin sınırlarındasınız. Süt basit bir ürün değil, çok değerli biyolojik ve "canlı" bir sistemdir. Bunun en açık kanıtı da muhtaç yeni doğan için "verilmiş" olmasındadır. Sütün (ve meyve suyu gibi benzeri ürünlerin) fermantasyon (indirgenme, "verilenin" geri döndürülüşü!) işlemi bu unsurların yıkılmasıyla sağlanır. Bu yıkım işleminde yoğurt yapımı sırasında Str. thermophilus ve Lactobacillus delbrueckii subsp. Bulgaricus bakterileri kullanılır. Bunlar yıkımı enzimleri sayesinde bir yere kadar getirirler (tatlı yoğurt), işlem sürdüğü zaman (ya da dışarıdan bulaşan mayalarla) ekşime meydana gelir (ama bizim sorunumuz ekşimeme!). Ekşime günlük (pastörize) sütlerde olmakta, ancak UHT sütlerde olmamakta, normal (halis) yoğurtlarda olmakta, ancak homojenize yoğurtlarda olmamaktadır… Bu durumda meselenin cevabı homojenizasyon ve UHT'de (yani basınç ve sterilizasyon amaçlı 'ısıl' işlem!) yatmaktadır. Biyolojik sistemler (ve akışkanlar) normal koşullar altında (NKA) dışarıdan gelen ısıl faktörlere (sıcaklıkla enerji girişi) karşı korumalıdır. Bunun en basit karşılığı insandaki terlemedir. Süt ısıtıldığında da enerji girişi "kaynamayla" karşılanır, yani su molekülleri buharlaşarak biyolojik yapıyı korumaya çalışır. Homojenizasyon işlemi ise 5-20 bar (deniz seviyesi NKA'sının 5-20 katı) altında, UHT ise ortalama 135 derecede yapılır (NKA dışı!). Su bile 100 derecede kaynarken, su bazlı bir sistem olan süt nasıl 135 dereceye çıkabilir ki? Sütün 135 dereceye ısıtılması ancak basınç altında mümkündür. Homojenizasyon ve UHT biyolojik sistemi "kullanılamaz" hale getirirBu sıcaklık canlı her şeyi yok etmekle kalmaz, homojenizasyon basıncı ve UHT ile süte "NKA asla kabul etmeyeceği" bir enerji verilir. Bu durumda süt verilen enerjiyi "koru'n'mak" amacıyla bünyesine katar (absorbsiyon, soğurma; "entalpi" yani kullanılamayan enerji artar!). Bunu da ancak sahip olduğu proteinlerin (ve diğer unsurların) yapılarını "doğada var olmayan" şekillere değiştirerek sağlayabilir (önce denatürasyon, sonra misnatürasyon, yanlış katlanmalar, 'misfolding', çapraz bağlanmaklar vb.) (1). Süt 'biyolojik' bir sistemdir, gaz basıncı kanunları inert (ideal), yani etkileşemez gazlar için geçerlidir Prof. Dr. Sevgili Yaşar Kemal Erdem (enerji farkı için ise kalorimetri ister). Bu durumu "kağıdın dörde katlanması" ya da "buruşturulması" şeklinde gözünüzde canlandırın, hangisinin üstüne yazılamaz? Bu yapısal değişiklikler ise mass spektrometri ile de saptanamaz, zira kütle aynı kalabilir, üç boyutlu yapı değişikliğini görmek için X-ışınları difraksiyon kristalografisi gerekir. Benzer şekilde, basınç altında "buruşan ya da 'doğa dışı' birleşmelere giden moleküller" fermantasyonun alt basamaklarında kullanılamaz! Çünkü entalpi, olasılıkla "en alt kademelerden, en az iç enerjisi olup en kolay katlanabilenlerden, geri yüklenir". Yani bu durum fermantasyon sürecinin en alt kademesine yansır, bakteri, maya her ne ise, bunları kullanamaz. UHT süt ve homojenize yoğurt (ve olasılıkla UHT meyve suları) ekşimez, ekşiyemez! Ancak küflenebilir (başka bir "geri döndürme" biçimi!). Proteinlerdeki bu yapı değişikliği aslında 'apaçık delillerle' sunulmuştur! Isıl işlem sütün Whey protein içeriğini (elbette sıcaklıkla orantılı olarak!) yüzde 50 düşürmektedir (2). Yani "bizim sevgili yerli inekler" proteinden çalmamakta, basınç altında ısıl işlem onların ürettikleri proteinleri saptanamaz ve kullanılamaz biçimde değiştirmektedir Homojenize ve UHT süt ürünlerinin tüketilmesine "ŞERH" koyuyorum! Bu durumda ben İstanbul Üniversitesi'nden aldığım "ilime" dayanarak ve Merhum Nezih Demirkent'in verdiği 'yetki' ile homojenize ve UHT süt ürünlerinin (ayran da dahil) tüketilmesine "DÜNYA genelinde" "şerh" koyuyorum! Bu yazı lütfen süt endüstrisinden dostlarımız ve sevgili okurlarımız (tüketiciler) tarafından "konunun ehli" olduğu düşünülen (fizikçiler, biyologlar, doktorlar, ajanslar, yani süt ve yoğurtların eskisi gibi olmadığını bilen) bütün herkesle paylaşılıp tartışılsın. Sınama yöntemi basittir, homojenizasyon basıncı ve UHT sıcaklığının daha da artırılması meseleyi açıklar (zaten UHT sütle yoğurt tutmadığı ya da bir garip olduğu da herkesin ortak gözlemidir).1. Beslenmemiz açısından "bilinmeyenin sınırlarındayız". (a) Homojenizasyon ve UHT ile ortaya çıkan "doğa dışı" maddelerin sağlık riskleri bilinmemektedir. Bu durum, miyelomlar, lenfomalar gibi "alışılmadıkla uyarılan" bağışıklık dokusu kanserleri, neden arttığı bulunamayan kalın bağırsak ve meme kanserleri ve merkezi sinir sistemi belirtileri de veren atipik alerjik durumlar için bir açıklama olabilir. (b) Göründüğü kadarıyla entalpi (maddeye değil ama, süt gibi bir sisteme 'kalıcı' enerji yüklenmesi) mümkündür, sistemin iç enerji düzeyi en düşük bileşenlerine öncelikle yüklenir (c) Petrolün basınç ve sıcaklık altında oluştuğu (miktara oranla organik kaynağı bilinemese de) olasılıkla doğrudur, mikroorganizmalar tarafından yıkılamayıp çevre kirlenmesi yaratmasının nedeni açıktır. 2. Codeks Alimentarus ASLA değiştirilemez, çünkü beslenme sadece ve sadece "gelenek" üstüne oturur. Güğüm sütünün "mutlaka hastalıklı" olduğu düşüncesi bir endüstriyel şehir efsanesidir. Buna karşılık esas homojenize ve UHT süt ve yoğurtların doğal sindirilebilirlikleri ve besleyebilirlikleri tamamen tartışmalıdır (Prof. Dr. Ahmet Aydın kesinlikle haklıdır!). 3. Sevgili Tarım ve Köyişleri Bakanım bizim "yerli" ineklerden özür dilemelidir. Süt endüstrisi tesislerini ülke geneline dağıtarak "yerelleşmeli", zaten önem verdiği soğuk zinciri daha da geliştirmelidir. 4. Süte çektirilen bu ezanın "helal" boyutunu ise Diyanet İşleri Başkanlığı'na bırakıyorum.Kaynaklar: 1. Hereman K ve ark. Protein structure and dynamics at high pressure. Biochem Biophys Acta. 1386; 1998: 353-370. 2. Carbonaro M. ve ark. Disulfide reactivty and in vitro protein digestibilyty of different thermal-treated milk samples and whey proteins. J Agric Food Chem 1997; 45: 95-100. 2. Entalpi, fermantasyon, 'misfolding' vb. için Google ile erişilebilen genel kaynaklar.

SÜTLER VE YOĞURTLAR NEDEN BOZULMUYOR? II

Sütler ve yoğurtlar neden bozulmuyor, bozulmaya karşı efsunlular mı?
Geçen hafta kaleme aldığımız "Sütler ve yoğurtlar neden bozulmuyor, bunlar dayanıklı beyaz eşya mı?" başlıklı yazımız üzerine çok sayıda mesaj aldık. Bir sevgili okurumuz "Bu konu gerçekten çok önemli, lütfen doyurucu yanıt alıncaya kadar yazılarınıza devam edin" diyordu. Bir başka okurumuz "Dayanıklılık özelliği sadece hazır yoğurtlara özgü değil; biz ailece hazır süt ve yoğurtları beğenmediğimiz için bir süredir güvendiğimiz bir yerden aldığımız sütle kendi yoğurdumuzu yapıyoruz. Bu yoğurt da kolay kolay bozulmuyor, birkaç hafta dayanıyor. Nedenini biz de merak ettik ve hayvanlara verilen aşırı miktardaki antibiyotik olduğuna karar verdik, yani 'a' şıkkı" cevabını verdi. Hatta bir meslektaşımız "Yoğurtların bozulmama nedeni, içlerine katılan antibiyotiklerdir. Başka bir nedeni yok. Üretilen yoğurtlar 30 gün bozulmayacak şekilde doz ayarlanıyor ve her parti ürün bu açıdan kontrol ediliyor" mesajını gönderdi.
Elbette endüstride çalışan arkadaşlarımızdan da mesajlar geldi. Bunlardan birinde sevgili okurumuz şöyle diyordu: "Ben 13 yıldır büyük bir süt fabrikasında hem de Türkiye'nin ilk süt fabrikasında UHT operatörlüğü yapıyorum ve ben bozulmayan süt yazınıza inanın çok bozuldum. UHT sistemlerinde inanın ne süte nede paketleme sistemlerinde pakete hiç bir katkı malzemesi katılmıyor. Siz gazeteci olarak özellikle böyle iş dünyasının nabzını tutan bir gazetede araştırma zahmetine girmeden konuyu magazinsel bir dille eleştirmenize üzüldüm. Şu bozulmayan sütleri bana da gösterinde bende o sütleri işleyip paketleyeyim en azından her gün süt bozuldu mu stresinden kurtulurum." Okurumuza samimiyetinden ötürü ayrıca müteşekkiriz, ancak müsterih olsun, biz konuyu elbette araştırdık. Randall Whitaker ve LD Hilker'in Journal of Dairy Science'da 1937'de yayınlanmış makalelerinden girdik, Balkır Tamuçay-Özünlü ve Celalettin Koçak'ın Gıda 2009'daki yayınlarından çıktık. Dahası Ambalajlı Süt ve Süt Ürünleri Sanayicileri Derneği'de aradı ve bu hafta üç yoğurt uzmanı ile bir araya gelmek üzere sözleştik. Hassasiyetlerinden ötürü şükranlarımızı sunuyoruz. Şimdiden hatırlatalım, sorularımız "homojenizasyon, UHT ve kullanılan maya" üzerine yoğunlaşacaktır, hazırlanıp geleceklerinden eminiz.
Bozulmamayı iyi sterilizasyonla açıklayamayız
Geçen yazımda sözünü ettiğim "bozulmama" sorunu çok büyük önem taşıyor. Bozulmamanın "iyi sterilizasyonla" açıklanması ne yazık ki mümkün değil. çünkü steril koşullarda üretilmiş olan her ürün, ambalaj açıldıktan sonra bulaşma (kontaminasyon) nedeniyle bozulur. Bozulmada en önemli sorumlu mayalardır. Bugüne dek sanırım yazmadım, ama madem yeri geldi anlatayım. Benim evimde kendi çapında bir laboratuar ortamım zaten bulunmakta. Ekmek (Saccharomyces cerevisiae) mayalarıyla ilgili deneyler yapmak üzere kendim yaptığım bir hücre kültürü kabinim, bir de etüvüm (belli sıcaklığı koruyan bir ısıtma kabini) var, yani meselenin mikrobiyolojik boyutuna zaten aşinayım. Şöyle söyleyeyim, mayalar için kullanılan ve steril olarak ambalajlanmış Sabouraud besi ortamı içeren kaplar "hiç açılmasalar bile" buzdolabı ömürleri bir ayı geçmez, mutlaka bulaşma gerçekleşir ve besi yerleri bozulur. Bu nedenle yoğurt ve sütlerin ambalaj özelliklerinden ötürü bulaşmaya karşı "efsunlu" olmaları mümkün değil. Sterilizasyon çok iyi yapılırsa (süt üreticileri olasılıkla bunu başarıyorlar) süt içindeki bütün bozulma etkenleri ortadan kaldırılabilir. Ancak bu da durumu açıklamaz. Zira bakterilerin ya da mayaların bölünmesi "logaritmiktir", yani ilk bulaşmada on bakteri ekmenizle, milyon bakteri ekmeniz arasında (bakterilerin 20 dakikada bir bölündüğünü hesaba katarsanız) 3-4 günlük bir zaman sürecinde bozulma açısından fark yoktur. Dahası bizim temel sorunumuz süt ve yoğurtların "ekşimemesi", bozulmanın küflenme biçiminde ortaya çıkmasıdır. Oysa hepimiz biliyoruz ki, bütün pişirilen yemekler, her ne varsa önce "ekşir", sonra küflenir. Çünkü ekşime bozulmanın ilk basamağını oluşturur, besi ortamı (tenceredeki yemek) içerisindeki organik moleküller önce mayalar tarafından indirgenir, daha sonra indirgenecek bir şey kalmadığında (fermantasyonun sonu) küf mantarları devreye girer.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı çiğ süt üretimini ne kadar denetliyor?
Şimdi cevaplar içinde 'a' şıkkını (koruyucu konulması) irdeleyelim. Samimiyetle söyleyeyim, ben özellikle büyük üreticilerin süte ya da yoğurda "koruyucu" (stabilize edici) katkılar koyduğuna inanmıyorum (buluşmamızda yine de soracağım). Ancak bir sevgili okurumuzun anlattığı gibi, ineğin yemine antibiyotik katılıyor ve bu da süte geçiyorsa (ki olasıdır), antibiyotiğin sütten ayrıştırılması mümkün olmadığından, sütte de bulunacaktır. İşte burada sorumluluk elbette Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nındır, çiğ süt üretimi ciddiyetle denetlenmek zorundadır. Trajikomik olan nokta ise ineğin "yemle" beslenmesidir. İnek mera hayvanıdır, en iyi süt ve tereyağı da bu şekilde elde edilir. Büyük baş hayvanların "fabrikalarda" büyütülüp beslenmesi "külliyen kepazeliktir", hayvan hayvanlığından çıkar, enfeksiyonlara daha fazla açıktır, mecburen antibiyotik bile kullanılabilir. Bu durum hem hayvan hem de insan haklarına aykırıdır,
Böylelikle şıklardan ne kalıyor geriye, 'b' yani ambalajdan karışanlar (sorulacak), 'd' yani fermantasyonda kullanılan maya (sorulacak) ve 'e' yani bilinmeyen. Sevgili süt ve yoğurt endüstrim bozulmasın, benim kişisel analizim 'e' şıkkına doğru kayıyor, yani "bilinmeyenin sınırlarına" giriyoruz.