27 Ocak 2011 Perşembe

Nişasta bazlı şeker (mısır şurubu) hasta eder!!

Şeker Raporu: Nişasta bazlı şeker (mısır şurubu) hasta eder, kota indirilmeli!
Şeker Kurulu şeker üretiminde kullanılan kaynaklara ilişkin kotaları bugün yarın yeniden belirleyecek. Ülkemizde şeker üretimi şeker pancarına dayalı olarak yapılmaktadır. Şeker üretimi ve endüstrisi konusunda "kökten" bilgisi olan Şeker İş Sendikası Sakarya Şube Başkanı Sayın Oğuz Kalay'dan aldığımız bilgilere göre, şeker pancarına dayalı şeker üretimi hem çevre sağlığı (pancar havayı en fazla temizleyen bitkilerden biridir) hem de yarattığı istihdam nedeniyle büyük önem taşımaktadır. Dahası insan tüketimine en uygun olan pancar şekeridir ve bizim ülkemizdeki endüstri de şeker pancarı üzerine kuruludur. Ne var ki "nedendir bilinmez", 2001 yılında şeker üretimimize bir "mısır şurubu" kotası kondu. "Şeker üretiminin yüzde 7.5'i nişasta bazlı şekere dayalı olacak" diye başlayan bu yaklaşım, ertesi yıl yüzde 15'e yükseldi. Türkiye'de bu üretimi destekleyecek kadar çok mısır yetiştirilmediğinden bu kez meşhur GDO'lu mısırlar ithal edilmeye başlandı. Oysa mısırdan elde edilen şurupta daha çok (glikozun dört misli) früktoz bulunmakta. Ülkemizde bütün meşrubat, bisküvi sanayinde ve ucuz tatlı yapımında kullanılmakta.
Früktoz insan metabolizması için uygun bir şeker türü değil! Şeker metabolizmasını düzenleyen insülin salgısını etkilememekte, "doyum hissi" oluşmadığından, bir yönden tüketimin artışına neden olurken, diğer yönden de sağlık açısından ciddi riskleri beraberinde getirmekte. Vücuda alınan früktoz hızla bir yağ olan trigliseride çevrilmekte, iç organlarda ve yağ dokusunda depolanmakta. Mısır şurubundan elde edilen yüksek früktoz içerikli şeker, iç organlar ve karın içi yağlanmasının en önemli nedenlerinden birisidir. Bu yağlanmanın "metabolik sendrom" olarak bilinen tablonun oluşmasına ciddi katkısının bulunduğu kabul edilmektedir (hatta konu ABD Başkanı'na bile rapor edilmiş) (1). Buna bağlı olarak siroz, karaciğer kanseri, karaciğer ameliyatı ve nakli gereken hasta sayısı da artmaktadır. Nitekim şeker hastalığı ülkemizde son yıllarda ciddi bir artış gösterdi. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Diyabet Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İlhan Satman başkanlığındaki ekip tarafından 2000 yılında, 24.788 katılımcıyla gerçekleştirilen "Türkiye Diyabet <http://www.tumgazeteler.com/haberleri/turkiye-diyabet/> Epidemiyolojisi Çalışması <http://www.tumgazeteler.com/haberleri/epidemioloji-calismasi/> (TURDEP <http://www.tumgazeteler.com/haberleri/turdep/>)" araştırmasına göre Türkiye'de diyabet hastası sayısı bütün nüfusun yüzde 7.2'si, yüzde 6.9 da gizli diyabet hastası var.
Mısır şurubu ve pankreas kanser ilişkisi: Çok açık ve güçlü bilimsel deliller
Üstüne üstlük bugüne dek yapılan pek çok araştırma, doğalın dışına taşmış şeker metabolizmasının pankreas kanserine neden olduğunu gösterdi. ABD'de 88.802 kadının katılımıyla gerçekleştirilen Nurses' Health Study'de 18 yıllık takip sonucunda çay şekeri (sükroz) pankreas kanseriyle ilişkili bulunmazken, früktozdan (mısır şurubu şekeri) zengin diyet, pankreas kanseri olasılığını istatistiksel anlamlı bir biçimde artırmakta (2). Çok geniş bir diğer araştırma olan Multiethnic Cohort çalışmasına ise Hawai-Los Angeles bölgesinde yaşayanlardan 162.150 kişi katıldı, sekiz yıl süre ile izleme sonucunda nişasta bazlı şekerde bol miktarda bulunan früktozun pankreas kanseri ile istatistiksel anlamlı derecede ilişkili olduğu gösterildi. Bu araştırmaya göre kilo fazlası olanlarda nişasta bazlı şeker alımı özellikle daha fazla risk oluşturmakta (3). Toplam 482.362 kişinin kaydedildiği geçen yıl yayınlanan bir diğer çalışmada da (ülkemizde yüzde 15 kota verdiğimiz nişasta bazlı şeker früktoz) pankreas kanseriyle çok anlamlı biçimde (P=0.005) ilişkili bulundu (4). Her üç araştırmanın da bilimsel gücü, "bu konuda bir bulgu rastlanamadığını" söyleyen küçük kapsamlı vaka-kontrol çalışmalarına (5) göre çok çok yüksek. Bunun en önemli gerekçesi araştırmaların ileriye dönük yapılmış olmaları ve yüz binlerce kişiyi kapsamaları.
Şeker Kurumu vatandaşların sağlığı için mısır şurubu kotasını yüzde 1'e indirmelidir
Sonuç olarak, Sayın Oğuz Kalay'ın ekonomik değerlendirmelerinin yanı sıra, nişasta bazlı şeker sağlık açısından da çok ciddi bir risk faktörüdür. Biz bu verileri bir rapor halinde derledik, Sağlık Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Sanayi Bakanlığı, Türkiye Şeker Kurumu ve Şeker İş Sendikası'na ilettik. "Şeker Raporu: Nişasta bazlı früktozdan zengin şekerin diyabet ve pankreas kanserine neden olduğuna ilişkin bilimsel verilerin analizi" başlıklı değerlendirme yüzde 2'lik nişasta bazlı şeker kotası bulunan ABD'nin içine düştüğü içler acısı durumu açıkça ortaya koymakta. Kota Avrupa'da yüzde 0.5'in altında, ülkemizde ise yüzde 15! Şeker Kurumu vatandaşlarının sağlığını düşünmeli ve nişasta bazlı şeker kotasını ivedilikle en fazla yüzde 1 seviyesine indirilmelidir. Meşrubat ve bisküvi endüstrisinin şeker gereksinimi sükrozdan (pancar şekeri) karşılanmalıdır. Ülkemizde halen bir pankreas kanseri salgını yaşanmakta. Oysa hastalıkların kontrolünde tedavi değil, önlemek önemlidir. Hastalık bir kere ortaya çıkınca tedavisi hem manen hem madden güç bir süreçtir. Dahası son hazin örnek ceylan gibi bacımızdan hatırlayın, para da sorunu çözemez. Amerikan tıbbının merhemi olsa kendi başına sürer, onlar bu işi bilmez.
Kaynaklar
1. Pitt HA. Presidential adres. Hepato-pankreato-biliary fat: The good, the bad and the ugly. HPB 2007; 9: 92-97.
2. Michaud DS, Liu S, Giovannucci E, Willett WC, Colditz GA, Fuchs CS. Dietary sugar, glycemic load, and pancreatic cancer risk in a prospective study. J Natl Cancer Inst 2002; 94: 1293-1300.
3. Nöthlings U, Murphy SP, Wilkens LR, Henderson BE, Kolonel LN. Dietary glycemic load, added sugars, and carbohydrates as risk factors for pancreatic cancer: The Multiethnic Cohort Study. Am J Clin Nutr 2007; 86: 1495-1501.
4. Jiao L, Flood A, Subar AF, Hollenbeck AR, Schatzkin A, Stolzenberg-Solomon R. Glycemic index, carbohydrates, glycemic load, and the risk of pancreatic cancer in a prospective cohort study. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev. 2009; 18: 1144-51.
5. Chan JM, Wang F, Holly EA. Sweets, sweetened beverages, and risk of pancreatic cancer in a large population-based case-control study. Cancer Causes Control 2009; 20: 835-846.
 Yavuz Dizdar

UCUZ KAŞARDA HİLE ÜSTÜNE HİLE

05.11.2011 tarihli Bugün Gazetesi “Ucuz kaşarda hile üstüne hile” başlıklı haberde kaşara “nennet kazein” katıldığı haberini yapmış.


Biz buna yasadışı ya da hile değil, yasal düzenlemeden güç alan bir tercih diyoruz ve ekliyoruz “tüketicinin belini büken, onu kanser, enfeksiyon hastalıkları konusunda dirençsiz yapan işte bu tüketicinin hayrına olmayan yasal düzenlemelerdir.”

Gazete’nin haberine göre “Adını vermeyen Sektörün önemli bir temsilcisine göre; piyasadaki süt ürünlerinde etkin markaların yüzde 50′si bunu yapıyor.”

“Sektörün önemli temsilcisinin adını vermemesinin” sebebi: Ambalajlı Süt ve Süt ürünleri sektörünün temsilcisidir.  “Ucuz Kaşarda Hile üstüne Hile” yapan da sektörün ta kendisidir. Bugün, bu haber karşısında çözüm de sunamazlar, zira Ulusal Gıda Kodeks Yönetmeliği’nin süt ve süt ürünlerine suni protein yani “nennet kazein” katılmasını öngören düzenlemenin 2009 yılında Komisyon’dan çıkmasına bizzat destek verdiler.

Tüketicilerin önüne konulan süt ve süt ürünlerinde hileyi “yasal“laştıran, “makul”leştiren düzenlemeler sanayiinin, yani ambalajlı süt sanayicilerinin, yani endüstriyelleşen gıda sektörünün lobi gücüyle yayınlanabilmektedir.

Tüketicinin lobisi yok.

Sayın Çapar KANAT ' ın yazısından alıntıdır.

26 Ocak 2011 Çarşamba

TOHUM TAKAS ŞENLİĞİNE

YEREL TOHUMLARIMIZA SAHİP ÇIKMAYA DEVAM EDİYORUZ!

5 ŞUBATTA SEFERİHİSAR BELEDİYESİ İLE BİRLİKTE İKİNCİSİNİ

DÜZENLEYECEĞİMİZ

“TOHUM TAKAS ŞENLİĞİNE”

HEPİNİZİ BEKLİYORUZ…

BU TOPRAKLARDA NEYİN EKİLİP NEYİN BİÇİLECEĞİNE BİZ ÜRETİCİLER
KARAR VERİNCEYE KADAR
MÜCADELEYE DEVAM…

                                                     
FERAY KARAPINAR                                                                                                                                         Karaot Tohum Derneği Başkanı                                                                                                         Ekolojik Üreticiler Derneği Genel Sekreteri

LEVENT GÜRSEL ALEV
Ekolojik Üreticiler Derneği Başkanı

YER               : SEFERİHİSAR KAPALI  PAZAR YERİ
GÜN               : 5 ŞUBAT CUMARTESİ
SAAT             : 10:00 – 17:00

25 Ocak 2011 Salı

DİOKSİN SKANDALI - DİKKAT ZEHİR ÇIKABİLİR

Almanya'da dioksin skandalı büyüyor
Almanya'da tavuklardaki zehirli madde skandalı büyüyor. Güney Kore ve İngiltere ithalatı yasakladı
Almanya'da hayvan yeminde dioksin bulunmasının ardından, bu kez de üç tavuk çiftliğindeki tavuklarda dioksin tespit edildi. 'Berliner Morgenpost' gazetesi, Aşağı Saksonya Eyaleti Tarım Bakanlığının, eyaletteki onbinlerce domuzda da fazla miktarda dioksin bulunduğunu tahmin ettiğini aktardı. Haberde, ayrıca şu ana kadar başkent Berlin'de dioksin bulgusuna rastlanmamasına rağmen her beş vatandaştan birinin şimdilik yumurta yemekten vazgeçtiğinin belirlendiği belirtildi. Gazetenin haberine göre, Güney Kore ve İngiltere, şimdilik Almanya'dan yumurta ithalatına kısıtlamalar getirdi. Almanya Tüketicileri Koruma ve Tarım Bakanı Ilse Aigner, "Bild am Sonntag" gazetesine yaptığı açıklamada, kamuoyunda açıklama yapmakta daha önce çekindiğini belirterek, "Ancak şimdi gelişmelere bakıldığında, burada kriminal enerjinin acımasızlıkla birleştiği şüphesinden kurtulamıyorsunuz" dedi. Aigner, insanların sağlığı ile oynayanların beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılabildiğine işaret eden bu kişilere en ağır cezaların verilmesi gerektiğini ve öncelikli hedeflerinin zehirli ürünlerin kaynağına ulaşmak olduğunu kaydetti.

9 Aralık 2010 Perşembe

ÖLÜMCÜL DENEYDE TÜRKİYE LİSTE BAŞI

ABD’deki birçok ilaç şirketinin yasalardan kaçınmak ve araştırma maliyetini düşürmek için, insanlarla yapılan deneyleri fakir ülkelere taşıdığı ve bunlardan Türkiye’nin 6’ncı sırada yer aldığı açıklandı.
Amerikan Vanity Fair dergisi, ABD’deki birçok ilaç şirketinin, yasal düzenlemelerden kaçınmak ve ilaçları daha ucuza mal etmek için insanlar üzerinde yapılan klinik deneylerini artık yurtdışında, genellikle de fakir ülkelerde gerçekleştirildiğini yazdı.

Milliyet gazetesi dosyayı sürmanşetinden duyurdu. Derginin ocak sayısında yer alacak habere göre Türkiye klinik deneylerin en fazla yapıldığı ülkelerden biri.
Vanity Fair’e göre ilaç şirketleri, Amerika’da yapılan araştırmalar sonucunda ürettikleri ilacın yararlı olduğuna dair herhangi bir onay alamazlarsa, bunların yerine Türkiye, Hindistan, Fas, Romanya, Çin gibi ülkelerde yapılan klinik deneyler yürütüyorlar. Burada denekler daha ucuz ve bilinçsiz olduğu için tehlike olasılığı yüksek ilaçlar bile rahatlıkla test ediliyor, olumsuz sonuçlar alınması halinde daha az sorun yaşanıyor. Yani yabancı ülkelerdeki Sağlık Bakanlığı’ndan onay alarak yapılsalar da deneklere zarar verme olasıkları daha yüksek olan ilaçlar deneniyor.
Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi FDA yurtdışında yapılan deneyleri denetleyemediği için bu ilaçların güvenilirliliğini tartışma konusu oluyor. Dergi ABD’nin yasal düzenlemeleri ve kontrolleri olmadan gerçekleştirilen bu deneylerde yanlış sonuçlar alındığını hatta ölümler gerçekleştiğini iddia etti.
EN ÇOK DENEY YAPILAN ÜLKELER
Vanity Fair’in haberine göre ilaçların FDA’de onaylanması sürecinde yurtdışında yapılan deneylerin sayısı 1990’da yalnızca 271 iken, 2008’de sayı 6 bin 485’e çıktı. Amerikalı şirketlerin bugüne kadar en çok deney yaptığı ülkeler Çin (1861), Rusya (1514) ve Hindistan (1457). Bu üç ülkeyi Romanya (876), Tayland (786) ve Türkiye (716) izliyor.
Klinik deneylerin fakir ülkelere kaymasındaki en önemli faktör ilaç şirketlerinin FDA’nın düzenlemelerinde bulunan bir boşluktan yararlanması. Buna göre ABD’de yapılan araştırmalar sonuncunda bir ilacın herhangi bir yararı bulunmadığına karar verilirse, yurtdışında yapılan araştırmalar ile FDA’dan onay alınabiliyor. Bu nedenle ilaç firmaları deneylerin yapıldığı ülkelere “kurtarıcı ülkeler” adını veriyor.
BİRKAÇ DOLARA DENEK VAR
İlaç şirketleri düşük gelirli nüfusun çok olduğu bu ülkelerde günde birkaç dolar karşılığında deneylere katılacak insan bulabiliyor. Bu kişilerin bazıları okuma yazma bilmediği için parmak basarak sözleşme imzalıyor. Üzerlerinde hangi ilaçların denediğini bilmeyen insanlar çoğu zaman tedavi gördüklerini düşünüyor.
Şirketler hangi ilaçların hangi ülkelerde denediğini, ilacı ’ne (FDA) sunana kadar açıklamak zorunda olmadıkları için kötü sonuçlar alınan, hatta ölümlere yol açan deneylerin yapıldığı ülkeler rapor edilmiyor.
FDA’NIN DENEK ŞARTI
FDA insanlar üzerinde yapılan ilk aşama deneylerin en az 10 kişi üzerinde yapılmasını öngörüyor. Dört aşamalı deney sürecinde denek sayısı binlerce kişi olabiliyor. Yani Türkiye’de bugüne kadar yapılan tüm testlerin ilk aşama olduğunu varsaydığımızda bile en az 7160 kişinin denek olarak kullanıldığı anlamına geliyor.
ŞİZOFRENİ İLACI İÇİN DÖRT İLDEN GÖNÜLLÜLER ARANIYOR
Vanity Fair dergisi, farklı ülkelerde yapılan deney sayılarını tespit etmek için bunların hepsini birleştiren bir veritabanından faydalanıyor. Milliyet’in bu veri tabanında yaptığı incelemede Türkiye’de hala birçok araştırma için denekler arandığı ortaya çıktı. Hemen hepsi Sağlık Bakanlığı’ndan izinli olan bu araştırmalardan biri yeni bir şizofreni ilacını test ediyor. Adana, Samsun, Manisa ve İstanbul’da bu ilacı deneyecek “fiziksel olarak güçlü, 18-65 yaş arasında, şizofreni teşhisi konmuş, erkek ya da menopoza girmiş ya da rahmi alınmış kadınlar” aranıyor.
Meme kanseri, kalp hastalıkları, solunum yetmezliği gibi birçok hastalığa karşı ilaçlar ya da ameliyatlar da dahil tedavi yöntemleri kullanılıyor.
TÜRKİYE’DE ONAY ALAN İLAÇ 12 KİŞİYİ ÖLDÜRDÜ
Vanity Fair’in haberine göre “kurtarıcı ülkeler” ile onay alan ilaçların ne kadar tehlikeli olabileceğine dair bir kanıt da “Ketek” adlı ilacın piyasaya sürülmesi. 1990 yılında üretilen “Ketek” adlı antibiyotik Türkiye, Macaristan, Fas ve Tunus’da yapılan bir deneye dayanarak 1 Nisan 2004’te FDA’dan onay aldı.
Bu onay verilmeden bir ay önce Ketek üzerinde ABD’de deney yapan Sanofi-Aventis’in araştırmacısı Dr. Anne Kirkman-Campbell Ketek deneyindeki bulguları çarpıtmak nedeniyle 57 ay hapse mahkûm olmuştu. İlaç ABD’de piyasaya sürüldükten sonra FDA’ya ilacı kullanan birçok kişide bazen ölüme de yol açabilen ciddi akciğer hasarı görüldüğüne dair raporlar yağmaya başladı.
FDA’nın yöneticileri ilk etapta ilacın arkasında dururken, FDA’dan bazı araştırmacılar Ketek’in deneylerinin 4 bin, bazıları 6 aylıktan küçük olmak üzere çocuklar üzerinde yapıldığı ve etik olmadığı konusunda uyarılarda bulundu. Ancak artan şikayetler üzerine 2006 yılında FDA, Sanofi-Aventis’ten deneyleri durdurmasını istedi. Bir yıl sonra da ilaç geri çekildi. Ancak FDA’ya gelen raporlara göre ABD’de 12 kişi Ketek nedeniyle hayatını kaybetti.
TÜRKİYE İÇİN İLGİNÇ İDDİA
Klinik deneyler konusunda uluslararası yayın yapan “Journal of clinical Studies” isimli derginin mart 2010 sayısında yayınlanan kısa bir makalede 11 Mart 2010 tarihinde geçen yeni yasayla Türkiye’nin klinik deneyler konusunda bölgede avantaj sağladığı belirtiliyor. “Belli ki yakın dönemde Türkiye’de çok daha fazla klinik deney yapılacak” diyen makalede Türkiye’de klinik deney yapmak için Sağlık Bakanlığı ve etik kurulu onayı alınması gerektiği hatırlatılıyor ancak bundan böyle tüm işlemler için tek bir dosya hazırlayıp tek başvuru ücreti ödemenin yeterli olduğu söyleniyor.
ARAŞTIRMAYA KATILAN UZMANLAR NE DİYOR?
İzinleri bakanlıktan verilir
Dr. Mehmet Ali Çıkrıkçıoğlu: Bizim araştırmamızda şu an eczanelerde satılan bir ilacın yan etkilerinin olup olmadığı, başka hangi parametrelerin olabileceği araştırılıyor. Derginin iddiaları ancak yeni bir ilacın denenmesi durumunda gerçekleşebilir. Ayrıca deneyin izinleri Sağlık Bakanlığı tarafından veriliyor, denetimi de Sağlık Bakanlığı ve hastane tarafından yapılıyor. Araştırmanın FDA ile ilgisi yok.
(“Oksidatif Stresin evrimi ve Levothyroxine tedavisinin Hasimoto hastalığında oksidatif strese etkisi” araştırmasının başkanı)
‘İzinsiz yapılamaz’
Dr. Alp Aslan: Bizim yaptığımız araştırmalar kalp ameliyatları hakkında idi. İnsanlar üzerinde ilaç deneyleri yapılmadı. Araştırma uluslararası bir çalışmaydı ve asla izinsiz ve denetimsiz bir deney söz konusu değildi. Ben artık bu araştırmada çalışmıyorum. (Kavaklıdere Umut Hastanesi ve Ankara Üniversitesi işbirliği ile yürütülen araştırmanın eski üyelerinden)
‘TEHLİKE VARSA OLMAZ’
Prof. Dr. Rüçhan Akar (Ankara Üniversitesi): Bizim şu anda deneyini yaptığımız ilaç kolestrol ilacı olan Atorvastatin. Bu zaten kullanımda olan bir ilaç, farklı bir yan etkisi var mı o araştırılıyor. Ama bunun dışında, FDA’dan ya da Sağlık Bakanlığı’ndan onayı alınmamış bir ilaç deneyi yapılamaz, yapılırsa da kanuna aykırıdır ve yapanın başı belaya girer.
Onayın illa ki FDA’dan alınmış olması gerekmiyor. Ama Sağlık Bakanlığı etik kurulu ya da üniversitenin etik kurul komitesinden, onaylanması gerekiyor. Eğer zaten tehlikeli bir durum varsa, etik onaydan geçemez, etik onaydan geçemeyenlerin de deneylerinin yapılması imkansız.
Bazı ilaçlarda, örneğin kök hücre ile iglili ilaçlarda hem hastanenin hem de Sağlık Bakanlığı’nın onayı alınmalı. Ancak örneğin son dönem, ümit kesilen kanser hastalarında, daha önce onayı alınmamış bir ilaç denenebiliyor fakat bunda da yine ilaç verilmeden önce Sağlık Bakanlığı’nın onayı alınması gerekiyor yoksa yine bakanlıktan onay olmadan böyle bir şey yapamazsınız.
SAĞLIK BAKANLIĞI: İDDİALAR İFTİRA
Sağlık Bakanlığı, ABD’li ilaç firmalarının, Türkiye’deki insanlar üzerinde para karşılığında ilaç deneyleri yaptırdığı iddiasının doğru olmadığını savundu.
Yetkililer, klinik deneylerin hem Sağlık Bakanlığı hem etik kurullar tarafından denetlendiğini, deneklere para verilmesinin de yasak olduğunu belirtti.
700 DEĞİL 400 ARAŞTIRMA
Sağlık Bakanlığı yetkilileri,yaptıkları açıklamada  Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’nin (FDA) onayladığı ilaç denemelerinin (klinik araştırma) çoğunun, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu “fakir” ülkelerde yapıldığı iddialarının doğru olmadığını savundu.
Yetkililer, Türkiye’de ilaç üzerine bir yılda yapılan klinik araştırma miktarının yılda 700 değil, 400 civarında olduğunu belirtti. Yetkililer, bu miktarın başka ülkelerde bini bulduğunu söyledi.
Yetkililer, yabancı ilaç şirketlerinin de Türkiye’de klinik araştırma yaptığını kaydetti.
Yetkililer, klinik araştırmaların hem Sağlık Bakanlığı hem de etik kurullar tarafından denetlendiğini, etik kurul onayı olmadan yapılan araştırmaların 3 yıla kadar hapisle cezalandırıldığını ifade etti. Yetkililer, “Türkiye bu konunun en sıkı denetlendiği ülkelerden birisi. Ölüm, hastalık olsa canına okuruz” dedi.
İNGİLİZLER VE ALMANLAR
Yetkililer, araştırmalara katılan deneklere para ödenmesinin kanunen yasak olduğunu da vurguladı. İlaç denemelerine katılanların kendi dilinde konuyla ilgili bilgilendirildiğini belirten yetkililer, deneye katılanların sağlık durumunda ciddi değişiklik olması durumunda bunun 24 saat içinde bildirildiğini kaydetti.  Yetkililer, klinik deneylerin İngilizler, Almanlar üzerinde de yapıldığını ifade etti. Yetkililer, genetik farklılıklar yüzünden deneylerin dış ülkede yapılmasının çok tercih edilen bir yöntem olmadığını dile getirdi.
KETEK DENEYLERİ BİTMİŞ
Yetkililer, “Ketek” isimli antibiyotiğin Türkiye’deki klinik araştırmasının tamamlandığını, tespit edilen yan etkileri prospektüsüne yazılan ilaç ile ilgili ciddi sağlık sorunu bildiriminde bulunulmadığını ifade etti.
NTVMSNBC - 07 Aralık. 2010 Salı

7 Aralık 2010 Salı

RAFLARDAKİ TEHLİKE HAZIR GIDALAR

ALDIĞINIZ HAZIR GIDALARIN İÇERİĞİNİ KONTROL EDİN
Bazı kimyasal maddeler ve ilaçların vücutta alerjik reaksiyonlara yol açabileceğini belirten uzmanlar, paketlenmiş hazır gıdaların içeriğinin mutlaka okunmasını öneriyor.

Uludağ Üniversitesi (ÜU) Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı ve Beslenme Ünitesi Başkanı Prof. Dr. Hasan Doğruyol, "Katkı maddeleri benzeri küçük molekül ağırlıklı bileşikler alerjik etki meydana getirirler. Sonuçta bu maddelere karşı astım, ürtiker(kurdeşen), rinit(saman nezlesi), gibi reaksiyonlar ortaya çıkar." dedi.
Paketlenmiş ürünlerin içerdiği zararlar üzerinde fazla durulmadığını belirten Prof. Doğruyol, hazır gıda paketinin içindekiler listesinde ne tür malzemelerin bulunduğunun kolaylıkla öğrenilebileceğini dile getirdi. Özenerek alınan bir ürünün olumsuz bazı şartları taşıdığının bu yolla görülebileceğine dikkat çeken Prof. Doğruyol, şöyle devam etti:

"Bu maddeler bünyemiz için 'alerjik' olabilir. 'Toksik-zehirli', kanserojen-kanser yapıcı, hatta 'teratojen-nesilleri bozucu' etkiye sahip olabilir. Veya bu maddeler Müslüman mutfağına hiç sokulmayacak nesneler de içermiş olabilir. Bazen katkı maddesinin kendisi, bazen de fiziksel ortamı (sadece alkolde eriyen bir katkı maddesinin gıdaya katılması başka türlü mümkün olmadığından) katıldıkları maddeleri şüpheli kılabilir. Bazı içeceklerdeki renk maddelerinin çözünme ortamları çok şüphelidir. Sadece alkolde çözünen bir renk maddesi eğer çözülmeden ortama katılacak olursa tortu bırakır, ortamı renklendirmez. Tortu bırakmıyorsa o zaman belli bir ölçüde alkol içeriyor anlamı taşır."

Yurt dışından getirilen bazı ürünlerin dini açıdan sakıncalarının bulunduğuna vurgu yapan Doğruyol, örnek olarak Yahudi (Kosher) diyetlerini gösterdi. İsrail'de yapılan gıda maddelerinin içerisinde sadece alkolde eriyen E 320 (butilated hydroxyanisole) ve E 321 (butilated hydroxytoluene) kullanıldığını kaydeden Hasan Doğruyol, bu tür ününleri alırken dikkat edilmesi gerektiğine işaret etti. Gıda seçimini etkileyen sosyal faktörlerin başında dini kısıtlamalar ve birtakım kişisel tercihler geldiğine işaret eden Prof. Dr. Doğruyol, her dinin veya sosyal gurubun haramları, mekruhları olduğunu, kişilerin seçimlerini bu haramlardan mümkün mertebe sakınacak şekilde yaptıklarını, bu seçimde öncelikle gıdanın kaynağı belirleyici olduğunu kaydetti. Doğruyol, İslam dininde kaynağı bakımından yenip içilmesi mutlak yasak olan nesnelerin domuz eti ve şarap olduğunu, bir de metinlerle yasaklanmadığı halde tabiatları gereği yasak olan maddeler olduğuna dikkat çekti.

Bunun yanında, birtakım hükmi yasakların da söz konusu olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Doğruyol, şunları kaydetti: "Musevilikte de domuz ve domuz ürünlerini tüketmek yasaktır. Vegeteryenler (etyemezler) benzeri bazı sosyal guruplar belirli hayvanların etini yemezler. Gıda katkıları ve bunların muhtemel maddi manevi zararlarının belirlenmesi, sağlığa zararlı ve inançlara ters oldukları belirlenen bu katkılardan sakınma yollarının ortaya konması gerekir. Bu konuda gıda etiketleri çok önemli bir görev üstlenir. Etiketlerdeki bilgilerin aksi ispat edilinceye kadar doğru kabul edilmesi esastır. Fakat bazı etiketlerin biraz daha ayrıntı içermesi önerilebilir. Örneğin hayvan kaynaklı maddelerde hayvanın cinsi ve kesilme özellikleri zikredilebilir. Özellikle yağ asitleri ve aminoasit içeriklerinde kaynak ve muamele özellikleri açıklanmamış ise ortada aydınlanması gerekli unsurlar vardır."

Gıdalarda kullanılan katkı maddelerinin sayısının binlerle ifade edildiğini belirten Doğruyol, bunlara her yıl yüzlercesinin daha eklendiğini bildirdi. Doğruyol, bunların içinde AB standardına uygun olduğuna karar verilmiş ve 'E' kodu almış olanlarının sayısının 320'ye ulaştığını açıkladı. Gerek bu maddeler ve gerekse henüz standard içine alınmamış veya yeni üretilmiş binlerce maddenin 'E' kodu alabilmek için inceleme sırasını beklediğine işaret eden Hasan Doğruyol, önceden standarda girmiş maddelerin yeni ortaya çıkmış sakıncalı durumlar karşısında yeniden değerlendirilip standarttan çıkarıldığını sözlerine ekledi.

KATKI MADDELERİYLE İLGİLİ BAZI ÖNERİLER

Gıdaları sadece süslemek için kullanılan boya maddelerinin kullanımı en az düzeyde tutulmalıdır.

Bebek ve küçük çocukların gıdalarında asla katkı maddesi bulundurulmamalıdır.

Çocuk ve gençler, sağlığa zararlı katkı maddeleri içeren gıda maddelerinden uzak tutulmalıdır.

Çocuklara sağlıklı olmayan beslenme alışkanlığı kazandıran her türlü reklâma sınırlama getirilmelidir.

Astım, alerji ve hiper aktivite belirtileri olan çocuk ve gençler, özellikle renklendiriciler(colouring), bozulmayı önleyiciler (koruyucular) ve sabit tutuculardan (stabilizör) uzak tutulmalıdır.

Anne adayları kanserojenik, mutajenik ve teratojenik etkiye sahip katkı maddelerinden şiddetle uzak durmalıdır. Bu maddeleri içeren gıdaların etiketlerinde bu durum kolayca göze çarpacak tarzda belirtilmelidir.

Besin değeri olmayan gıdalara özendirme yapılmamalıdır.

Okullarda çocuklara hazır ve işlenmiş gıdalar içeren ürünler verilmemelidir.

Çeşitli imkânlar kullanılarak iyi beslenmenin yararları hakkında kamuoyu aydınlatılmalıdır.

Katkı maddesi olarak kabul edilmeyen ve bu bakımdan etiketlerde gösterilme mecburiyeti olmayan bazı maddeler de katkı maddeleri listesine alınmalıdır.

Hiperaktivite tanısı almış çocukların gıdalarından katkı maddeleri derhal çekilmelidir.

Özellikle astım, alerji, kalp hastalığı, hipertansiyon, damar sertliği, mide-barsak rahatsızlığı olan yetişkinler, bu rahatsızlıklarını alevlendiren gıdalara karşı sergiledikleri tavrın aynısını gıda katkılarına karşı da sergilemelidir.

Genleriyle oynanmış besin ve katkı maddeleri yeni ve büyük bir küresel kirlenme türü olarak bütün canlı nesillerini tehdit etmektedir. Bunlarla ilgili olarak halk bilgilendirilmeli ve kısıtlamalar getirilmelidir.

Gıdalardaki katkı maddeleri, gıdalar hakkındaki dini-kültürel hükümlerde belirleyici olabilirler. Bu bakımdan tüketicilerin bu konuda gösterdikleri hassasiyete saygı gösterip, gıda seçimlerinde onlara yardımcı olmak için gıda etiketlerinde yeterli açıklamalara yer verilmelidir.

Bütün bu önerilerin geçerlilik kazanması için öncelikle gıda etiketlerini tanımak gerekir. Ayrıca, katkı maddelerinin nelerden ibaret olduklarını, kaynaklarını, erime özelliklerini, zararlı etkilerini de bilmek zorundayız. Bunları bilmekle belki bir ölçüde kendimizi bu maddelerin zararlarından koruyabiliriz.
CHA

ABUR CUBUR YİYECEKLER BAĞIMLILIK YAPIYOR

ABD’nin Florida eyaletindeki Scripps Enstitüsü bilim insanları, deney hayvanları üzerinde yaptıkları testlerde, hamburger, kızarmış patates ve kek gibi çok kalorili abur cubur yiyeceklerin bağımlılık yaptığını ortaya çıkardı.

Acıya rağmen devam

Deney hayvanlarını üç gruba ayıran bilim insanları, istedikleri kadar abur cubur yiyenlerin hızla kilo aldığını, beyin devrelerinin de sigara ve uyuşturucu bağımlılarındaki gibi zayıfladığını gözlemledi. Ayrıca bu fareler abur cubur kesildikten sonraki iki hafta normal gıda yemeyi reddetti. Abur cubur yerken acı hissetmeleri sağlanan obez deney hayvanlarının acıya rağmen yemeye devam ettikleri de görüldü.